Nasuh Mahruki Yazdı (yazmıştı), uyardı (uyarmıştı) …
6 Şubat 2023’ü hazırlıklı karşılayabilseydik…
Nasuh Mahruki; Sivil Toplum Örgütlenmesi Lideri, Gerçek bir Mentor;
Söyleşimiz, zaten onun hep söyledikleri üzerine,
Kaleme aldıkları, önerdikleri ile “keşke” 6 Şubat 2023’ü hazırlıklı karşılayabilseydik.
6 Şubat 2023, saat 04:17!
Bir kez daha kabusu yaşamak,
Aslında kabus; önlemi almadan karşılaştığımız her bir doğal afet gibi deprem mi?
Yoksa; kabus; varlığından net haberdar olduğumuz depremin, almadığımız önlemler nedeni ile yol açtığı felaket mi?
6 Şubat 2023 depremi; “Deprem Ülkesinde Yaşamak” gerçeğini neredeyse her birimizin kabullenmemiş olduğumuzu ve ne yazık ki “sınava hazır olmadığımızı, neredeyse bir gencin ömrü kadar olan 23 yılı “ders almadan” bolca raporlar üretmiş ve tespitlerle geçirmiş olduğumuzu yüzümüze vurdu.
Kayıplarımız öyle böyle değil, canlar gitti, aileler parçalandı…insanların geçmişleri enkaz altında kaldı ve yaralıyız. Ulusça yaralıyız, aynı 17 Ağustos 1999 da Gölcük depreminde, aynı 27 Aralık 1939 Erzincan depreminde, arada saymadığımız onlarcasında olduğu gibi.
“Deprem; kişi, yer, zaman ayırt etmiyor, randevu almıyor, randevu vermiyor”
Bu sözler; 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde, ülkemizde yepyeni bir kavramı; afetler sırasında arama kurtarma kavramını gündeme getiren Everest’e ilk kez çıkan “Kar Leoparı1 ünvanı ile Türkiye’nin önemli isimlerinden Nasuh Mahruki’ye ait. Nasuh Mahruki 1994 yılında Bolkar Dağlarında kaybolan 2 üniversite öğrencisinin arama çalışmaları sonrasında, dağcı ekip arkadaşlarıyla bir araya gelerek 1995 yılında, Türkiye’nin “İlk Gönüllü Arama Kurtarma Derneği” AKUT’u kurdu ve aynı yıl Uludağ’da ilk kurtarma faaliyetini gerçekleştirdi.
Ve… Türkiye'nin AKUT ile tam anlamıyla tanışması da 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi'nde oldu. Dernek; 150 gönüllüsü ile çalışmış, 1000'in üzerinde insanın çalışmasını organize etmiş, yurt içi ve yurt dışından gelen yardım malzemelerinin lojistik koordinasyonunda görev almıştı. Türkiye 1999 Depremi sonrasında AKUT’la birlikte sivil toplumun gücünü de fark etti.
İkinci Yüzyıla girdik derken…
bir çok yayından anlaşılacağı üzere, bir kez daha “deprem ülkesi” olduğumuz gerçeği sürekli vurgulanıyor. Çok değerli bilim adamları, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için büyük umutlar beslediğimiz 2023 yılının daha çok başında 6 Şubat 2023’te saat 04:17 de ilki ve gün içinde gerçekleşen ikinci depremle, artçılarıyla ilgili aslında yıllardır, bazen bir TV programında bazen bir konferans salonundan resmi kuruluşlara, yetkililere, halka uyarılar yaptılar…Yerel belediyeler, işi afetler olan AFAD; alınması gerekli önlemleri de derledikleri bir çok inceleme, raporlar yayınladılar.
Sonuç ortada; 11 ilde kayıplar büyük; dünya çapında yankı uyandıran, yakın tarihte bilinen benzeri olmayan bu depremler sonrasında; içimizdeki burukluk “Nasıl olsa bir gün öleceğiz” söylemi ile depremin yıkıcılığı karşısındaki kaderci duruştan mı? Yoksa örneğin; 17 Ocak 1995’de Japonya’da meydana gelmiş Kobe depreminden alınan derslerle artık deprem gerçeği ile yaşayan ve en yüksek seviyede önlemlerini almış Japonlar gibi bir davranış sergileyemeyip, o çok can yakıcı 1999 Gölcük Depreminin son enkazı kaldırıldığı andan başlayan bugüne geri sayım sürecinde birey olarak, mahalle olarak, köy/kasaba olarak, şehir ve aslında ülke yani devlet olarak güvenilir bir eylem planımızın geliştirilmemiş olmasından mı?
Geçmiş hatalardan dersler çıkarılması; bir eylem planı geliştirmek için en can alıcı nokta sanki.
Nasuh Bey, Everest’e ilk tırmanan Türk olarak, deneyiminize dayanarak, aslında kişisel gelişim kitabı olarak kaleme almış olduğunuz ve değerli Doğan Cüceloğlu’nun adeta bir başucu kitabı olarak önerdiği, “Kendi Everest’inize Tırmanın” kitabınızda şu satırlar bugüne mesaj gibi;
“Aldığımız kararlar ve bu kararlara bağlı yapılan eylemler geleceği doğrudan ve dolaylı olarak çeşitli şekillerde etkilediği hatta şekillendirdiği için sadece kısa dönemli, günü kurtarmaya dönük çözümlerle yetinmemeli, mutlaka orta ve uzun vadede kararlarımızın olası etkileri ve sonuçlarını düşünmeliyiz”
Bu söyleminiz aslında vatandaş/devlet her birim, kurum, kuruluş için bir çıpa gibi, ancak günün gerçeğine dönersek;
1999’dan 2023 e…gözlemleriniz nelerdir?
Maalesef en büyük değişiklik Türk Silahlı Kuvvetlerinin doğal afet yardım planlarından çıkartılması oldu. Yanlış bir karar ve bedelini maalesef halk ödedi. Sonuçta Türkiye bir doğal afet ülkesi, ilk defa afetle karşılaşmıyor, hatta dünyanın depremlerde incinebilirliği en yüksek olan ilk 7-8 ülkesinden biri. Böyle bir gerçeği kabullenmemiz gerek. Türkiye muhteşem bir ülke. Muhteşem bir coğrafyada yaşıyoruz ama deprem riski yüksek bir ülke. Dolayısıyla önemli bir konu; bu ülkede bütün yapı stoklarımızın depreme dayanıklı olması gerekiyor. Diğer bir konu; afetlere hazır olmamız gerekiyor ki Türkiye bu bilince sahipti. 1939 Erzincan depremi ki Türkiye’nin en büyük depremlerinden biridir, 7.9 büyüklüğünde, 33.000 yurttaşımızın hayatını kaybettiği depremden bu yana. 1999 17 Ağustos ve 12 Kasıma kadar 8-10 kırıkla Erzincan'dan buraya kadar gelindi. 1999 da, yakın zamanın batıdaki en büyük depremi oldu ve o depremde bile, gelelim en önemli noktaya; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin doğrudan afetlere müdahale görevi ve sorumluluğu vardı. Emniyet, asayiş, yardımlaşma protokolü çerçevesinde doğal afet yardım planları vardı. En önemli kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, her bölge ile alakalı (Türkiye’yi 17 bölgeye ayrılmış) ve Türkiye'nin her yerinde ordunun çeşitli unsurları var ve o unsurlara özellikle kara kuvvetlerinde doğal afet taburu oluşturmuşlar; dolayısı ile her birim kendi bölgesindeki doğal afet risklerine göre bütün planlama ve hazırlıklarını, eğitim ve görevlendirmelerini yapmış durumdadır. En önemli bir diğer konu; bu birimlerin doğal afet konusunda yani doğal afette nasıl müdahale edilir, halkla nasıl iletişim kurulur, enkaza nasıl yaklaşır gibi konularda eğitimli personeli vardı. Tabii bütün komuta, kontrol, koordinasyon her zaman Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olurdu. 17 Ağustos'ta da öyle oldu. Devasa bir lojistik ve insan gücü ile ilk saatlerden itibaren sahaya çıktı. Her zaman çıkar zaten. Yani ordusuz afetlerle mücadele olmaz çünkü afet koşulları, savaş koşullarıdır. Dünyanın bütün devletlerinde de afetlerle ordular mücadele eder. Birinci öncelik, orduların görev ve sorumluluğudur. İlk görev; buna göre konuşlandırılmış ve buna göre tasarlanmışlardır, eğitimleri bu yöndedir, tatbikatlarını yaparlar, düzenli olarak eğitim ve tatbikat yaparlar, dolayısı ile hazırdırlar bölgede. Yani bir köprü yıkılsa istihkamcıları süratle yenisini inşa eder, bir yol çökse yeni yol açar, yol yoksa yol yapar, kapalıysa açar özetle her sorunu çözmeye odaklı, mutlaka alternatifini bulur. Ana fikir; Asker/ordu; savaş için hazırlanmıştır. Bir diğer önemli nokta; asker/ordu halkın yanında olur, Mehmetçiği yanında görmek, halka müthiş bir moral- motivasyon olur, her zaman da gördü, ancak; geçtiğimiz yıl orman yangınlarında ve bu bu son; 11 ili etkileyen depremlerde yanında bulamadı. Özetle; şu anda; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin afetlerle mücadele planından çıkartılmış olmas ciddiı bir sorun. Şu anda ülkemizde afetlerle mücadele planında asker yok. Bunun mutlaka gözden geçirilmesi gerekli. Bu kabul edilebilir değildir. Tüm bunlara ek olarak, sivil savunma sistemi ortadan kaldırıldı. Sivil Savunma Müdürlükleri bütün illerde, ilçelerde var, mahallelerde var, köylerde var, her yerde var. Yani bu tamamen sokaktan, il yönetimine kadar her seviyede sorumlular vardı. Oluşturulmuş örgütlenme var. Bir başka ifade ile; bir afet anında, bir başka sosyal durum ya da örneğin savaşsa konu halkı örgütleyecek mekanizma idi bunlar. Sokaktan, ile kadar uzayan bir mekanizma var, bir akış var, maalesef bu da ortadan kalkmış durumda. Maalesef var olan; bozulmuş durumda. Tüm bunların ışığında söyleyebileceğim; önceden var olup da işlevsiz bırakılmış her türlü mekanizmayı tekrar yerine olduğu gibi koyduğumuz takdirde, en azından işin koordinasyonunda böyle devasa sorunlar olmayacak. Yardım ekipleri, kurtarma ekipleri bölgeye daha kolayca ve hızla ulaşabilecek. Yağma, talan, hırsızlık gibi olaylar minimuma inecek. 11 ili etkileyen bu depremlerde asker sahaya çıktı evet, ama yetersiz sayıda ve plansız çıktı. Planlı çıkılsaydı; en ücra köye bile kimin gideceği belli olurdu. Tümü; tekrar Meclis kararı ile tekrar yerine konur tabii,
Afet; sonuçta savaş koşulu olduğu için, tüm dünyada olduğu gibi; sivillere bırakılacak bir konu değil.
Emir komuta zinciri içerisinde belli bir hiyerarşik düzenle, devasa bir lojistik gücü, insan gücü, makine gücüyle yapılabilir ancak. Bütün bu organizasyonun AFAD’ın sorumluluğuna verilmiş olması durumu zorlaştırdı maalesef. AFAD’ın organziasyon olarak AKUT’un biraz daha büyüğü olduğu dikkate alınırsa ne insan kaynağnını, ne tecrübesinin böylesine yıkıcı bir afetle mücadeleye yetmeyeceği çok net anlaşılır zaten. AFAD’ın Türk ordusunun yerini doldurabilmesi zaten mümkün olabilir mi?
Doğal afetlere (depreme) hazırlıklı olmak ne demek?
Afetin öncesi, sırası, sonrası olarak yorumlamak gerek.
Öncesinde önlemler ve olası risklerin gözden geçirilmesi. Risk yönetimi safhası çok önemli ve maalesef biz risk yönetiminde zayıfız. Kriz yönetiminde iyiyiz derdik maalesef bu defa bu konuda da çok başarılı olamadı. Bizim en emin olduğumuz, her ne olursa olsun Türk milleti tek vücut mücadele eder…evet hepimiz afet yerine koştuk ancak koordinasyon sorunu nedeni ile devasa ulaşım sorunlarından dolayı çok büyük darboğazlar oluştu, ve bu darboğazlar nedeni ile ortaya çıkan tıkanmalar arkadan gelen desteğin de önünü kesti.
*Ülkenizdeki bütün mevcut yapı stoklarının bilimsel ilkelere ve mevcut yönetmeliklere uygun yapılmış olması demek,
*Ülkenizdeki bütün bürokrasinin kurumlararası işbirlikteliklerinin buna dönük bağlantısını kurmuş olması demek,
*Eğitim sisteminin yine afetlerle alakalı toplum bilinci oluşturmak üzere, yediden yetmişe altyapısını oluşturacak şekilde okul öncesinden, aileden başlayıp her seviyeye kadar bu eğitimi sürdürüyor olması demek, tabii ki kayıplar, kaçaklar olacaktır, onlar için
*Arama kurtarma ekiplerinin, ilk yardım ekiplerinin, sağlık ekiplerinin hazır olması demek
Yani deprem oluştuktan sonra olası her türlü olumsuzluğu planlamak ve önlem almak demek. *Devletin hazırlıklı olmasında dijital olanaklardan faydalanması (afetten zarar gören bölgeleri oraya gitmeden bile yukarıdan alınacak fotoğraf, videolarla incelemek, zararı tespit edebilmek) ve ona göre arama/kurtarma ekiplerini isabetli şekilde ve hızla yönlendirmek
*Arama kurtarma ekiplerinin yeterli sayıda, çok yetkin ve donanımda olmalarını (bu deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarında gördüğümüz çok ileri teknolojik ekipmanlar mesela termal kameralar, “rescue radar”diye adlandırılan çok ileri teknoloji aletlerle) sağlamak ve hazır tutmak gerek; ayrıca bu ekiplere yerel gönüllülerin katılmasını ve onların da eğitilmelerini sağlamak.
*Özetle top yekün afete hazırlıklı olmak demek.
Devlet sadece kurum ve kuruluşlar değil tabii ki, vatandaşı ile medyası ile afetler konusunda her birimin bilinçli ve hazırlıklı olması gerek.
Bir deprem anında arama kurtarma çalışmalarının can alıcı süreçlerini maddeler halinde sıralayacak olsak? (6 Şubat depremleri özelinde ekleyeceğiniz gözlemler?)
İlk önce durum tespiti yapılmalıdır. Afetin yarattığı sonuçlar vs. tespit edildikten sonra koordinasyonun sağlanması, bütün arama kurtarma yapılanmalarınızı (profesyonel , gönüllü) bölgeye sevk edersiniz. Kaynakları doğru kullanmak tabii ki çok önemli. Bu afetlerde birinci öncelik hayat kurtarmaktır, (enkazda ne derecede olduklarını bilemediğimiz yaralanmaları olanlar var. Unutmayalım ki; afetlerde yaralanmalar savaş yaralanmaları gibi, çoklu yaralanmalardır) . Enkazlarda en önemli kurtarmalar ilk günde yapılır. Askerin ilk andan itibaren varlığı işte bu noktada çok önemli, çünkü askerin ilk görevi kaba kurtarmayı yapmaktır. Bu şu demek; insanlar her zaman enkazın çok altında değil kolay ulaşılabilir alanlarda da olabiliyor; dolayısı ile ordunun ve/veya sivil kurtarma ekiplerinin bu ilk müdaheleleri de çok önemli, sorasında hastaneye , sağlık birimine sevki önemli İlk müdahale ekiplerinin önemi büyük. Bir tarafta arama kurtarma yürütülürken , tabii ki kurtarılan insanların yönlendirilecekleri toplanma alanlarının organizasyonu çok önemli. Bu görevlilerin eğitimi de önemli. Biz AKUT Vakfı olarak İBB Afet Koordinasyon Merkezi ile, bizzat İstanbul Belediye Bakanı Ekrem İmamoğlu himayesinde 2022 nin son çeyreğinde 5000 kişiyi toplanma alanı gönüllüsü ve 450 kişiyi ilk müdahele ekip üyesi olarak yetiştirdik. İşte bu kişiler afetin ilk anlarından itibaren kendi mahallerine sahip çıkıp gerekli organizasyonu sağlamaları beklenir. Arkadan başka bölgelerden gelen kurtarma ekipleri sisteme girer. Arama kurtarma devam ederken bir/iki gün içerisinde insani yardım başlar ki bu defa, kış koşullarını dikkate alırsak, aynı günden gerekiyordu (17 Ağustos 1999 da mevsim nedeni ile bu acil değildi) Özetle bu defa, ilk andan itibaren top yekûn seferberlik, olağanüstü hal ilan edilmeliydi. Arama kurtarma ile insani yardım aynı anda başlatılmalıydı. Maalesef olmadı. Enkazların tek tek ve detaylı kontrolleri sonrasında, en son, hiçbir canlının kalmadığı tespit edilen seçilmiş işi bitmiş enkazın kaldırılması yapılmalı ki alanın da boşaltılması gerekir. Sonrasında yeniden yapılanma süreci devam eder.
Anlattıklarımdan sağlık sistemi ile ilgili olan bölüm için şu notu düşmemiz önemli; TSK’nın sağlık sisteminin de mevcutta maalesef zayıflamış olması nedeni ile (Askeri hastanelerin kapatılmış olmaları) tekrar gözden geçirilmesi gerek. Savaş koşullarına göre eğitimli/deneyimli doktorların afet anında daha isabetli müdahalede bulunacağı çok net.
AKUT Vakfı’nın bu depremle ilgili yaraların sarılması evresindeki planlamasından bahsedebilir misiniz?
(Bu arada Akut Derneği arama/kurtarma ile ilgilenen yapı, Akut Vakfı ise, eğitim, sosyal sorumluluk ve insani yardımlarla ilgilenen yapı)
Akut Vakfı ilk günden itibaren, sahadan gelen güncel bilgiye göre, bölgeye 30 un üstünde TIRla, bağışçılarımızdan gelen insani yardım malzemesi yolladık. Kontrollü yollamaya da devam ediyoruz. Tüm yardım, yasa uyarınca AFAD üzerinden iletildi. Gönüllülerimiz (80 kişi kadar), tüm gelen insani yardım bağışlarının bir yazılımla kayıt altına alınarak yüklenmesine kadar Kartal yerleşkemizde faaliyet gösterdiler. Sonrasındaki süreçte, aslında ilk andan itibaren gereklilik olan bağışçılarımız aracılığı ile seyyar mutfaklar yolladık. Şimdi yapılması gereken; bu bölgede geçici belki ama uzun süre kalabilecekleri bir yaşam alanı yaratmak. Biz de bu yönde bir proje üzerinde çalışıyoruz. AKUT Vakfından 5 kişi Hatay’a gittik. Orada, Başkanla ve organize sanayi bölgesinin yanında, bağışlanan yaşam kentini kuracağımız, birlikte çalışacağımız inşaat firmasının mühendislerinin de önceden inceledikleri alanı inceledik. Orada oluşacak yaşam birimleri Organize Sanayi Bölgesinde çalışanlara verilecek, dolayısı ile orada hem işlerine hem de aileleri ile sosyal hayatlarına devam edebilecekler. Bu proje ile önemli bir tarım, tekstil üretim ve ihracat üssü olan bölgenin terkedilmemesi de amaçlanmakta. Tekrar hayatı başlatma fazındayız şu an.
Her ne kadar deprem uzmanları, deprem sivil savunma tatbikatları yapılmalı gibi genel ifadeler kullansalar da arama kurtarma çok ayrıcalıklı bir faaliyet olduğu için örneğin farklı eğitim seviyelerinde nasıl bir bilinçlendirme yöntemi belirlenmeli?
Çocukların; temel Afet ve risk ile güvenli yaşam bilincine sahip olması çok önemli.
Okul öncesinden itibaren bu tür farkındalığı yaratmak.
Çocuğu korkutarak değil, bilinçlendirerek verilmeli bu eğitim.
Milli eğitimde de aslında bu tip modüller eklendi.
Çocukların sosyal yardım projelerine yakınlıklarının artırılabileceği, kendi içlerinde de bunları konuşabilecekleri ortamlar oluşturulmalı.
Daha büyük yaşlarda kulüp çalışmaları ile çeşitli bu konularla ilgili projelerde yer almalarına olanak verilmeli. Üniversitelerde AKUT öğrenci toplulukları mevcut, bir dönem bazı liselerde de AKUT öğrenci kulüpleri var. Öğrenciler örgütlenmenin, sivil toplumun, gönüllülüğün gücünün farkına vararak, deneyimliyorlardı Tabii böyle temel bilgileri edindikçe çocukların, gençlerin öz güvenleri de gelişiyor ve doğal olarak etraflarındaki veya başlarına gelen durumlara da daha bilinçli yaklaşabiliyorlar. Temel konu bu kültürü vermek.
AKUT un 1999 da ortaya koyduğu çalışmalar bu konudaki birçok kuruluşa örnek oldu diyebilir miyiz?
1999 depremi ile AKUT sayesinde sivil toplumun gücü ortaya konmuş oldu; hatta yurtdışında bile daha çok anlaşıldı. Konuyla ilgili davetli konuşmacı olarak gittiğim Filipinlerde dahi bu olguyla ilgili konuşmam çok ilgi uyandırmıştı. Columbia Üniversitesinde de aynı şeyi anlattım ve kendi kendine yeten bir sivil toplum kuruluşunun nasıl olacağını anlattım. NATO da ve Birleşmiş Milletlerde Türkiye’deki 1999 depremi sırasındaki gönüllü çalışmalar üzerine çok konuşuldu.
AKUT Vakfı’nın eğitim faaliyetlerinden bahseder misiniz?
Akut Vakfının şu anda bir uzaktan eğitim portalı mevcut. www.akutvakfı.org.tr üzerinden temel afet bilinci ile ilgili uzaktan eğitim verilmekte. İstenen her şekilde ücretsiz, herkese açık eğitimleri mevcut. Eğitim çok önemli, bu konuda uzman kurum ve kuruluşların hem yüz yüze hem uzaktan eğitimler vermesi çok önemli.
Çok net olan; sizin de sürekli hatırlattıklarınıza paralel “Erken uyarı sistemi; belleğimizdir” doğru bir söz; “deprem ülkesi” güzel Türkiye’mizde deprem bir ders olarak müfredata alınmalı, her birimizin nesilden nesile bu gerçeği ve alınması gereken önlemleri aktarması hayatidir.
Sayın Mahruki;
AKUT’un çok başarılı çalışmalar ortaya koyduğu 1999 Gölcük Depremi sonrasında toplum için önerdiğiniz zihin haritası değişim yolculuğunun kendi karşıtlarını da yaratmış olması üzerine “Vatan Lafla değil Eylemle Sevilir” adı ile kaleme aldığınız kitabınızda paylaştıklarınız aslında eylem planı eksikliği ile geçen
23 yılı da özetler gibi; bu konuda bugün sizin yaklaşımınızı öğrenebilir miyim?
1999 depreminde AKUT çalışmaları ile büyük ilgi uyandıran sivil toplum çalışmalarının gücü ortaya çıktığunda aslında Türkiye zihinlerde müthiş bir devrim fırsatı yakaladı fakat maalesef 2002 sonrasında o zihinsel devrim fırsatının sembolik bir lideri olduğum için hedef olduğumu fark ettim. Ve bu kitabı kaleme almıştım. Şimdi tekrar görüyorum ki maalesef bu zihin haritası değişiminde yine aynı noktadayız.
Sayın Mahruki’nin “Vatan Lafla değil Eylemle Sevilir” kitabında kaleme aldığı yukarıdaki satırlar aslında tüm bu söyleşimize de ışık tutuyor sanki. Aşağıda kitabın 4. Bölümünde girişinden ve ilerleyen sayfalarından çok kısa iki bölümünü sizlerle paylaşarak yorumlarınıza bırakmak isterim.
“Aslında 17 Ağustos Gölcük Depremini izleyen günlerde, Türk Milletinin o eşsiz fedakarlığı ve tertemiz vicdanı ile kendi doğal mecrasında zaten başlamış olan ve eğer önü bilinçli bir şekilde alınmasaydı, çağlayarak büyüyecek ve on yıllardır kendimizi kurtaramadığımız ulusal ataletimizi kıracak, bir diğer deyişle kötü kaderimizi değiştirecek olan bu ortak duruş ve ortak eylem, bir sonraki adımda ülkedeki vurdumduymaz, köhne, çağdışı ve kesinlikle özümüze aykırı anlayışı değiştirebilecek kadar muazzam bir enerjiyi de taşıyordu. …
---
Zihin haritalarımız kendimizle ve dünyayla ilgili her türlü algımızı, davranışı mı zı, seçimlerimizi ve kararlarımızı şekillendirdiği için yaşam kalitemizi birinci elden etkiler ve bu anlamda yaşamsal önemi vardır. Toplumun zihin haritalarındaki sıkıntılar ve yanlışlar; Türkiye gibi demokrasiyi tam olarak kuramamış ülkelerde bilinçli olarak iyileştirilmiyor. Bunun sonucunda toplumun geneli müthiş kayıplarla dolu yıllar geçirirken ve geleceğini, ocuklarının geleceğini ipotek altına aldırırken, bozuk sistemden ve bilinçsiz insanların zafiyetlerinden beslenen küçük bir azınlık zenginleşiyor, güçleniyor ve bu oranda da cüretkarca hoyratlaşıyor. Toplumun top yekün kaybı bu azınlğın kazanç hanesine işliyor ve bu kısır döngü böylece derinleşerek sürüp gidiyor. Ta ki kaçınılmaz olarak bir gün, bir yerde bu süreç kırılma noktasına gelinceye dek…”
Nasuh Bey, bu çok anlamlı söyleşi için tekrar teşekkür ediyorum; umarım, çalışmalarınız ilgili tüm kurum ve kuruluşlar için örnek niteliğinde dikkate alınır. Depremin, doğal afetin yol açtığı hasarları incelemek tamamı ile bir başlık ancak bu son depremde acil müdahale yoksunluğundan nedeni ile yiten canları hatırlarda tutarak, hayatta kalma ve hayatta kalanı kurtarma konusunun büyük ciddiyetle ele alınması en büyük dileğimiz.
Sizi, tüm AKUT Vakfı ekibini kutluyor, çalışmalarınızın gelişerek devamını diliyorum.
AKUT Vakfı/Nasuh Mahruki 6.2.23 depremle ilgili yayınlardan (7.2.23 – Özlem Gürses youtube yayını)
KİTAPLARI: