Bir keyifli sohbet...
Kanımca; her dalda “KADIN” temasını çalışmalarının merkezine alan sanatçıların; ATSO Antalya Kültür Sanat' Galerilerindeki 7 Temmuz 2024' e kadar sürecek Gülseren Südor; restrospektif sergiyi izlemesi gerekir ...
Şunu da belirtmeliyim; bu sergiyi gezerken aynı okulda (İtalyan Lisesi'nde benim öğrenciliğim döneminde kendisinin de değerli öğretmenlerimizden olması ayrıca çok heyecanlandırdı beni...
Ortak ortamlar, ortak tanıdıklarla buluşmamız ayrı bir renkli oldu.
Sanat yolculuğunda ilk adımlarındaki tesadüflerle (kullandığı Südor boyalarla başlayan) hayatını Teoman Südor ile birleştirmesinden bugüne kadar süren, durmaksızın üretmeye dayalı bir yolculuk Gülseren Südor'unki. Öyle anlaşılıyor ki “kadın” olgusunu irdelerken, sanatçı aslında kendisini de sürekli sorgulamakta...böyle midir; kendisi ile yaptığım mini sohbetle öğrenelim.
Gülseren hanım, sizin eserlerinizde öncelikle öne çıkan kadın aslında kuvvetli olması beklenen bir figür...doğurganlığın sizi çok etkilediği görülmekte. Bunu sizden dinlemek mümkün müdür?
Resimlerimde kullandığım ve kompozisyonlarımda özellikle öne çıkardığım kadın figürleri anonimdir ve portre özelliği taşımazlar. Çünkü benim kadınlarım, zamansız ve belirsiz bir mekanın oyuncuları gibi toplumdan kaçarcasına tek başına var olan yalnızlıklarıyla varlıklarını sergileyen kadınlardır. Öncelikle kadınlarımı insan anatomisi açısından değil, resim anatomisi açısından irdeleyerek resimlerimin baş aktörü yaparım.
Benim üniversitede ki öğrencilik yıllarım 68 kuşağına denk gelir. O zamanın koşullarında ben kendimi politik olarak öğrenci hareketlerinden ziyade, daha çok akademik eğitimime, kültürel gelişimime vermiştim. Bu yüzden ancak kadınları ve ülkenin ve dünyanın türlü türlü meselelerini, eserlerimde öne çıkararak kullanmaya başladığım asıl kırılma noktam ise; 1974 yılında akademi eğitimimi bitirip gittiğim ve dört yılı aşan İtalya’daki yaşamım sonrası döndüğüm, ülkemin sosyolojik-ekonomik-politik ve kültürel ortamına, bu kez çocuk sahibi ve orta, yükseköğretimde öğretmenlik yapan, hayatın içinde bir kadın olarak katıldım.
Kadınlar doğurgandır, üretkendir. Bu nedenle hem çok gerçekçi hem çok duygusaldırlar. Ben de; işte bu nedenle, insan yaşamında başat durumda olan kadınları, insan doğa ilişkilerini yer yer düşsel gücümü devreye sokarak kurgusal bir düzen içinde resmederim. Kadınların hallerine kancamı bu denli güçlü bir şekilde takmış olmamın nedeni; kendisini doğuran öz annesini iki yaşındayken kaybeden ve bunu ancak on yaşından itibaren öğrenen bir çocukluk geçirmenin etkisi altında kalmış olmam da olabillir. (İşin bu yanını da psikanalistlere bırakıyorum)
Her kadının içinde barındırdığı bir ‘’Ben’’ vardır, bir de bunun karşıtı hatta koşutu olan bir de ‘’Öteki’’. Ben özellikle kadın içeren yapıtlarımda; bu ikilem yaratan olguya; toplumsal şiddete, aile içi şiddete, namus adı altında işlenen cinayetlere, tacize, cinsiyetçiliğe, emeğin sömürülmesine, karşı ayrımcılığa, özetle, insana, kadına, tüm yaratılanlara, doğaya yönelik her türlü şiddete karşı çıkmak ve bu olguları izleyenlerime resimlerim yoluyla anımsatarak, dikkatlerini bu konulara çekmek isterim. Kadınların yalnızlığını, duygusal örselenmelerini irdelediğim, ‘’Ötekileştirilmiş Kadınlar’’ serileri adı altında birçok sergi açtım.
AKS deki restrospektif sergide dikkatimi çeken, her bir eserin hikâyemsi bir kurgu ile ortaya konmuş olması..."60 yıllık sanat hayatınız boyunca sizi en çok etkileyen dönüm noktaları neler oldu ve her döneminize bir isim vermek isteseydiniz?
Aslında tüm sergilerimi belirli kurgu ve konularla açıyorum. Çünkü ben Dostoyevski’nin ‘’Her birimiz herkese karşı sorumluyuz’’ deyişini kendisine düstur edinmiş bir sanatçıyım.
Evet, sanat yapıtlarının görevlerinden birincisinin, duyusal/estetik işlevi olduğu doğrudur, ancak aynı zamanda yaşamın kendisini de ilmek ilmek yansıtmalıdır. Ben de çağımı yansıtmanın peşinde eserlerimi yaratırım. Dünya olaylarını, insan/doğa denge ve dengesizliğini irdelerken; ‘’Ne yaşadık, ne yaşıyoruz, dünyada, ülkemde, aile içinde, çevrede tüm bunları gözlemler ona göre konularımı seriler halinde oluşturup bir bütünlük içinde yorumlarım. Böylelikle uzun süre kancamı saptadığım konuya takarım.
60 yıllık sanat yaşamım süresince öncelikle Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi dönemimde hocanın seçmemizi önerdiği konulardan kendime göre üzerinde durduklarımı yapmaya çalıştım ki onlardan bir bölümünü AKS’daki sergimde de kullandık. Bunlar 1965-1970 Akademi dönemim sanatta yolumu bulmak için araştırarak, öğrenerek çalışma dönemimdir. İkinci dönüm noktam bir anne, bir kadın ve sanatçı olarak kimliğimi var etmek için İtalya’da geçen dönemimdir (1970-1975).
Üçüncü dönüm noktam ise İtalya’dan dönüş ve kendi bireysel katmanlarımdan kadın olmayı soyup çıkartmak ve topluma karşı adeta bir manifesto haline getirmek üzere toplumsal tarih ve olayları kullanarak yaptığım çalışmalarımdır.
1982-1990 yılları arasında varoluş ve yakın tarihin gölgesinde kadınlığın kutsanması ve kendimi bulma dönemim ki zaten ben geçmişten beri hep kendini ve varoluş nedenini sorgulayan bir sanatçıyım. Örnek olarak bu dönem benim eleştirmenlerin hiper-maniyerist tarzda resim yaptığımı söyledikleri dönemimdir.
Bu akım doğrultusunda, (İtalyanca, ‘’İpermanierismo” ya da “Pittura Colta” -‘’Kültürlü Resim’’) şehirli aydın kadın veya köylü, işçi Türk kadınları aracılığıyla kadınların toplumdaki yerini ve toplumun bu konulardaki açmazlarını sıklıkla irdelediğim dönemimdir.
1990-2001 yılları için de yaptığım eserlerime baktığımda artık sanatta kendi yolumu bulduğuma ve olgunluk çağımın başlangıcında olduğumu düşünüyorum. Bu dönemden bu günlere geldiğimde ise ruhumun ve doğanın sınır tanımazlığını, özgürlük özlemlerimi bazen insanlar bazen kumaş görünümlü plasentalar, kuşlar, kuş tüyleri ile engin, geniş peyzajlar eşliğinde eserlerimde vurgulamaya çalıştım.
Aslında tüm dünyayı etkileyen pandemi döneminde, yaşamım boyunca olan tüm yaşanmışlıkların aklımda yer edenleri analiz edip sentezlemeyi tercih ettim. Bu dönemime ‘’Sırça Kulemde’’ dönemim olarak yorumlayabilirim. Çünkü atölyeme kapanarak yalnızca ürettim, ürettim….
Sanatçılar aslında toplumu ilgilendiren konuları işlerken bir yandan da topluma en duygu yükĺü yön vericilerdir de. Gülseren Südor’un sanatı aracılığıyla topluma verdiği mesaj nedir?
Sanatçı her dönem yaşadığı çağı yakalamış hatta daha da ileriye dönük fikir ve bilgilerle donanmış olmalıdır. Bu nedenle her zaman sanatım aracılıyla hümanist ölçüler çerçevesinde elimden geldiğince çizerek, yazarak topluma yön vermeye çalışırım.
Gülseren Hanım, önümüzdeki aylarda gerçekleşecek üniversite sınavında güzel sanatları; özellikle resim bölümünü seçecek bir gence öneriniz ne olur?
Üniversitede güzel sanatlar eğitimi alıp sanatçı olma yolunu seçen gençlere en önemli önerim şunlar olur;
Bir, ressam olma yolunu seçen gençler kendilerini, gerçekten uzun ve zevkli olduğu kadar zorlu da olan ömür boyu çalışma beklediğini en baştan kabul etmeliler. Gerçekten ressam olma isteği kadar önemli olan acaba yeterli yetenekleri var mı bir şekilde onu da biliyor olmaları gerekir.
İki, gerçekten sanatçı mı yoksa sadece resim eğitimi alıp daha sonra (para da hayatın en önemli parçası olmalı deyip) başka mesleklerde mi yaşamlarını sürdürürken hafta sonu ressamları dediğimiz yolu mu seçecekler?
Üç, bu mesleğin gecesi gündüzü olmadan yaşamın sonuna kadar beyin fonksiyonları yerinde, eli tutup gözü gördüğü son anlarına kadar süreceğini bilmeleri. Çünkü ressamlığın, emekliliği yok. Bakın ben altmış yıldır hiç ara vermeden hala bu yaşımda dahi günde (hatta gecede ) 12 saat çalışırım.
Yapay zekanın sanat ortamlarına etkisini siz nasıl değerlendirirsiniz?
Yapay zekanın sanat ortamlarına etkisini bu çağın olumlu getirisi olarak görüyorum.
Evet, ben bilgisayar, akıllı telefon, akıllı diğer cihazları kullanıyorum ama radyo ve elektrik düğmelerini eliyle açıp kapamış bir kuşaktan da geliyorum. Ben ve benim yaşımdaki sanatçılar maalesef ne Y ne Z kuşağı gençleri gibi yapay zekaya hakim değiliz. Örneğin çok takdir ve beğeni ile izlediğim Refik Anadol’un işleri gibi koku ve ses efektleriyle harmanlanan görsel şovlar üretemem. O nedenle bu tür eserlerin önünde de saygıyla eğilirim. Yeter ki yaratılanlar sadece görsel şov olarak kotarılmış olmasın.
Sanatınızı İtalya da sürdürdünüz. İtalya gibi neredeyse resim sanatının beşiği denebilecek bir ülkede eserlerinizi ortaya koydunuz. Türkiye’de de resim sanatına ilginin ciddi yükselişte olduğu gözlemlenmekte, Her iki sanat ortamını kısaca değerlendirebilir misiniz? Bu sorumdan hareketle yerel yönetimlerin, sanata katkıları neler olmalı? Bir öneri vermeniz istenseydi, öneriniz ne olurdu?
1970 li yıllardan bu yana İtalya ile sanatsal bağımızı eşimle birlikte giderek kuvvetlendirdik. İtalya’da bizi temsil eden bir sanat galerisi sahibi var ve bizim eserlerimizi dünyanın her yerinde ki sergi ve fuarlara götürüyor. Bu nedenle kendimizi Türk sanatçısı olarak şanslı görüyoruz.
Tüm dünyada olduğu gibi yerel yönetimlerin sanata katkıları olmazsa olmazların başındadır. Her şeyden önce olanaklarını bu yönde kullanan yönetimler her zaman tarihe not düşerek yücelirler. Özel, kamu, yerel ve sivil toplum kuruluşlarının yönetimleri el ele verip, geleceğin halklarının görsel ve kültürel açıdan yaratıcı ve donanımlı olmalarının yolunu açar.
Özellikle şehirlerin kamuya ait kapalı ve açık alanlarında sanatsal ürünlerin kullanılması toplumu sanatı görerek, severek anlamaya yönlendirir. Meydanları sanatsal değerleri yüksek “nitelikli” heykeller, binalarının dış cephelerinde heykeller, mozaik, rölyef, seramik vs. gibi panolarla donatılmış olan şehri, her zaman dünyanın hem kültürel hem de turistik olarak ilgi çekici ve çok değerlidir.
Ben yıllar önce güzel şehrinize geldiğimde sanat galerilerini gezmeyi arzu etmiş ancak aramama, sormama rağmen bir adet bile bulamamış ve çok üzülmüştüm. Antalya şehri ve çevresinin antik çağlardan bu yana, çok önemli tarihi kültür sanat alanında önemli eserler bırakan, geçmiş bir sürü medeniyetlere ev sahipliği yapmışken şehrinizin bu çağda sadece deniz, kum olarak anılmasının önünü kesecek geleceğe de kalacak olan yalnızca kültür ve sanatsal üretimleridir.
AKS da açtığım geniş kapsamlı sergimin açılışı için geldiğimde büyük bir sevinçle gördüm ki Antalya yerel yönetimleri, sivil toplum kuruluşları ve halkı bunun önemini anlamış ve birçok büyük şehrimize göre de çok yol kat etmiş.
Sergi alanlarının özel olarak bu amaçla inşa edilmiş olması, sanat galeri ve atölyeleri, güzelim kotarılmış müzeleri ve sanatsever halkı ile Antalya beni sevgi ile sevip sarmaladı gönlümdeki yerini çoktan aldı.
Bu vesile ile, Antalya, ATSO yönetim kurulu başkanı Sayın Ali Bahar’a ve eşi seramik sanatçısı Sayın Şebnem Toker Bahar’a, Merkezin Sanat Danışmanı Sayın Mustafa Ağatekin’e, ATSO Eğitim Araştırma ve Kültür Vakfı Müdürü Aybüke Koçak’a, AKS Sergiler koordinatörü Yasemin Green’e, Sergi Kuratörü Telga Südor Mendi’ye ve sergimin eserlerini İstanbul’dan Antalya’ ya itina ile nakleden, Kültür Merkezinin üç katını resimler ile çok uyumlu kılan renklerle boyayan, serginin kurulmasında emeği geçen tüm çalışanlara sonsuz teşekkürler.
Sevgili Gülseren Südor; bu keyifli sohbet için çok teşekkürler.
Sevgili Leyla Hanım, sanata sanatçıya olan değerli yaklaşımınız ve bu söyleşiyi gerçekleştirdiğiniz için size ayrıca teşekkürlerimi sunarım.
Sevgi ile kalın.
Gülseren Südor Kimdir
1945 yılında Ordu'da doğan Gülseren Südor; 1965 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nde tamamladığı orta öğreniminden sonra, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi'ni 1970 yılında bitirdi.
Yine aynı yıl eşi ressam Teoman Südor ile birlikte İtalya'nın; önce lisan eğitimi nedeniyle Perugia'da, sonra da Roma'da resim ve sanat tarihi eğitimi için 1974 yılına kadar bulundu.
Yurda dönüşünden itibaren; Üsküdar Halide Edip Adıvar; Kadıköy Anadolu, İtalyan Liseleri'nde resim, sanat tarihi ve teknik eğitim dersleri, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nde ve İstanbul Tenkil Üniversitesi'nde çağrılı sanatçı olarak temel tasarım dersleri verdi.
Yedisi İtalya ve Avusturya'da olmak üzere,70 kişisel sergi açan sanatçı; yine dünyanın çeşitli ülkelerinde ve yurtiçinde düzenlenen 200 ün üzerinde karma sergilere katıldı. Dokuzu yurtdışında on dokuz adet sanat fuarına kişisel olarak katıldı.
1986'da, İtalya; Milano'da II.Trofeo Raffaello 1.ödülünü, 1987'de yine 1.Trofeo Dürer, 3. ödülünü aldı. Eserlerinin bulunduğu müzeler; İzmir Resim Heykel Müzesi, İstanbul Resim Heykel Müzesi, Norveç Print Art Museum ve İstanbul Modern Müzeleri'dir.
1995 yılında öğretmenlik yaşamını noktalayan Gülseren Südor, kendi atölyesinde yalnızca resim yaparak, sergiler açarak, çeşitli dergi ve gazetelerde eleştiriler ve kitap yazarak sanat çalışmalarını sürdürüyor.
Kaynak : Galeri Diani
https://www.galeridiani.com/cv/gulseren-sudor-ozgecmis/22/?go=galeri&durum=cv_detay&cvid=22
Sohbetle ilgili mini tanıtım videosu:
https://youtube.com/shorts/9BrSfygyMqA?feature=share