Hepimizce malum, hiçbirimiz, hayatımızı, bir yerlerde inzivaya çekilmediysek kimseye, hiçbir konuya değmeden/değinmeden yaşamıyoruz. Her birimiz koskoca bir ağın içinde birçok etkileşimde bulunuyoruz.
Bir sanat insanının ise; ayrıcalıklı olduğunu düşünüyorum. Duygularını içinde bulunduğu ortamla paylaşırken o kadar kendine has yöntemlerle etkileyici olabilmesi, yaşadığı anı, hislerini zaman üstü, toplum üstü yansıtabilmesi bile en farklı etkileşim değil mi?
Sanat insanlarının toplumla alışverişinde her birinin de kendini konumlandırdığı bir yer de var aslında. Bazısı, tamamen kendi sanatı ile ilgilenip, toplumun onu anlamasını, anlamlandırmasını bekliyor, kimisi, toplumun değişik grupları ile çok yoğun iletişimde olarak sürekli alışverişe açıyor kendini.
Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan “15 Nisan tarihinin, “Dünya Sanat Günü” önerisi UNESCO’da kabul gören sanatçı Bedri Baykam örneğin, bir sanatçının yaşadığı çağa/topluma etkisi/katkısında önemli bir rol model.
Bu söyleşide, topluma çok yönlü dokunan, iletişimde bulunan, değerli sanatçı Bedri Baykam ile buluştuk.
Bedri Baykam, bildiğimiz gibi, dopdolu sanat geçmişinin yanı sıra, (ailesinin de etkisi de mutlaka vardır) siyasette de aktif rol alan bir sanatçı.
Bedri bey; biliyoruz ki; sanat, toplumsal olayları ve politik değişimleri yansıtabilir, eleştirebilir ve hatta yönlendirebilir. Sanatçılar, eserleri aracılığıyla toplumsal sorunlara dikkat çekebilir ve değişim için ilham kaynağı olabilirler. Siyaset ise, sanatın özgürce ifade edilmesini sağlayan veya kısıtlayan bir ortam yaratabilir. Bu nedenle, sanat ve siyaset arasındaki ilişki, toplumların kültürel ve politik gelişiminde önemli bir rol oynadığına göre;
1) Siz sanatı ve siyaseti bir arada nasıl deneyimliyorsunuz?
Yaşayan çağdaş bir insan olarak ben, öncelikle bir sanatçıyım, siyasete ilgimse aile yapımla ilişkili olarak çocukluğumdan itibaren yoğun olarak sürüyor. Hiçbir zaman fazla vaktim olduğu için “hadi, biraz da siyaset yapayım” demedim. Kendimi Atatürk’ün bir neferi olarak kabul ettiğim ve sanatın da ancak özgür bir ülkede yapılabildiğini bildiğim için yaşadığımız olumsuz konularla
-Amerika’dan döndüğüm 1987 yılından beri- yoğun olarak ilgilendim. Yani yaptığım büyük siyasi sergiler 1987’den itibaren sürüyor. Ayrıca o tarihten beri siyasi makaleler ve kitaplar yazdım, konferanslar verdim. Bunların her birini yüzlerce binlerce kere yaptım. Bütün yurdu baştan sona gezdim, konuşmalar yaptım, televizyonlarda tartışma programlarına çıktım. Yurtdışında hazırladığım siyasi sergiler ancak dev kurumların, belki 25 kişilik ekiplerle beraber hazırlayabileceği sergilerdi. Doğruyu söyleyeyim, her biriyle gurur duyuyorum: 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, Mustafa Kemaller Görev Başına (Kuvva-yi Milliye Dönemi), Dünyayı Değiştiren Gençlerin Öyküsü: 68’li Yıllar ve benzerleri… Yazılarımda günümüz siyaseti, sanatı, sporu gibi değişik konulara yer veriyorum. Zamanı hep bölünmüş yaşıyorum. Genellikle siyasi konularla ilgilendiğim dönemleri, yalnız sanat tarihi, boya ve kendi tarihim ile ilgilendiğim çok farklı soyut dönemler izler... Hiçbir zaman, üst üste dört yıl siyasi konularla ilgilenmem. Bunu istesem de yapamam.
2) Sanat dünyasında sizi en çok etkileyen isimler ve eserler neler oldu?
Bu soru çok geniş tabii ki. Böyle bir anda beynimi boşaltmam mümkün değil. Ama hemen çıkarabileceğim birkaç isim ve eser var: Mehmet Siyah Kalem, Leonardo Da Vinci (Son Akşam Yemeği), Avni Lifij (Kara Gün), El Greco (The Immaculate Conception), Van Gogh (Le Cafe la Nuit), Ali Avni Çelebi (Maskeli Balo), Picasso (Demoiselles d’Avignon), Tapies, Antonio Berni, David Hockney, (Bir Sanatçının Portresi, Parade), Francis Bacon, Sigmar Polke, Julian Schnabel gibi isimler geliyor aklıma.
3) Sanatınızın arkasındaki ilham kaynakları nelerdir?
Kendi boyasal tarihim, sanat tarihi, devrimci sanat tarihinin beni ilgilendiren odak noktaları; mesela Fransız Devrimi, Türkiye Cumhuriyeti Devrimi, 68 Kuşağı, Che Guevara, felsefe, tarih, arşivcilik, güzel kadınlar, erotizm, sinema, deniz, okyanus, atlar, futbol, tenis, kitaplar, sokak lekeleri…
4) YENİ DIŞAVURUMCULUK ( NEO-EXPRESSİONİSM) akımını nasıl tanımlarsınız ve bu akımın Türk sanatına katkıları ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyim?
Yeni dışavurumculuk akımının bir parçası olan işler yaptığımda, bu akımın daha sonra içinde görülecek sanatçılarının çoğu değişik ülkelerde birbirlerini tanımıyorlardı ve birbirlerine benzeyen ağır boyalı çok büyük ebatlı tualler yapıyorlardı. Kaliforniya ortamında da çok yadırganan bu “yeni” resimleri 1982 yılının sonundan itibaren Türkiye’de de sergilemeye başladım. Böylece bu Yeni Dışavurumculuk, modern sanatın başladığı 1850’lerden bu yana, Türkiye’nin batı dünyasıyla eşzamanlı olarak yaşadığı ilk uluslararası sanat akımı oldu. İlk defa eşzamanlı olarak artısı ve eksisiyle yüceltilen veya aşağılanan taraflarıyla bir akım; Paris, New York, Berlin ve İstanbul’da aynı anda ele alındı. Üst üste yaptığım dev sergiler buna örnek oldu. Sanat ortamında her şey değişti. Ebatlar en az 4-5 misli büyüdü, boya rahatladı, daha "expressive" oldu. Yazılar, grafittiler, kolajlar ortama girebileceklerini kanıtladılar. Üstelik sanat dünyasının tüm halkla ilişkileri de A’dan Z’ye değişti. O tarihten itibaren insanlar, benim gibi, kadın - erkek veya siyaset dergilerinde röportajlar vermeye başladılar. Tabi, şunu eklememiz lazım, 3-4 yıl boyunca benim bunu nasıl başarılı bir şekilde yaptığımı gözlemlediler. Sonra bana yönelttikleri bütün eleştirilerini terk edip onlar da aynı şeyi yapmaya başladı. Uzun lafın kısası “yeni dışavurumculuktan önce ve sonra” diye Türk sanat tarihini ikiye ayırabilirsiniz. Sahte mütevazilik yapmak istemem. 80’lerde getirdiğim sanatsal, tarihsel ve sanat sosyolojisi üzerine devrimler Türk sanatının çevresini A’dan Z’ye değiştirmiştir.
5) Süregelen ve Antalya’da (ki önemli bir merkez) dahi çeşitli tartışmalarda gündemde olan; sanatsal üretimlerin coğrafi ve toplumsal dinamiklerine odaklanan sanatta merkez ve periferi tartışması konusuna değinmeden geçmeyelim. Bedri bey, yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda sanat hareketine liderlik, konukluk yaptınız. Bitmek bilmeyen şu merkez/periferi tartışması ile ilgili görüşünüzü/önerinizi öğrenebilir miyim?
Daima, her odakta bir merkez ve onun çevresi vardır. Türkiye’de bu merkez kesinlikle İstanbul’dur. İstanbul’un karşısında Ankara veya İzmir de periferi kalır. Amerika’da ise bu merkez New York’tur. Kaliforniya’dan önce San Francisco, sonra Los Angeles’dır. Fransa’da da tabii ki Paris, İngiltere’de Londra ve bütün gerisi periferi kalır. Bir de dünyanın periferisi vardır… Orada da merkez Fransa, Amerika, Almanya, İngiltere’dir. Biraz İtalya ve İsviçre’dir. Gerisi periferi sayılır… Türkiye’deki perifer için kaçınılmaz şekilde İstanbul dukalığının hegemonyası vardır. Aslında İstanbul’da da işler periferden sanıldığı gibi harika gitmez. Koleksiyonerler yine kaprislere girerler. Son zamanlarda birçoğu batı sanatı hastalığına tutulmuşlardır. Müzeler naz yapar. Büyük kapitalistler milyonlarca hatta belki milyarlarca doları kendilerine saklar. Sanat ortamı birbirine karşı gizli ve açık savaşlar içindedir. Yani merkezde de aksayan sayısız şey vardır ama yine de merkez merkezdir. Ben dünyadaki batı sanatı hegemonyasına karşı periferi ve özellikle üçüncü dünya ülkelerinin, Türkiye ve diğerlerinin hakları için, 40 yıldır büyük bir savaş verdim. Dünyanın büyük müzelerine baskınlar düzenledim, makaleler yazdım, konferanslar verdim, “Maymunların Resim Yapma Hakkı” gibi hem sanat tarihsel hem de eylemlerimin dökümü olan bir kitap kaleme aldım… Batılı olmayan sanatçıların kesinlikle bir kompleks duymamaları gerektiğini çünkü modern sanatın köklerinin esasında güney ve doğu ülkelerinden geldiğini kanıtlarıyla defalarca anlattım. Hem bu kitapta hem konferanslarımda hem makalelerimde hem de tabii röportajlarımda... Lokal periferlere dönersek, mesela Antalya’daki veya Eskişehir’deki veya Bursa’daki Adana’daki sanatçılara sesleniyorum… Elinizden geldiği kadar sık sık İstanbul’a gelin, sergileri, müzeleri gezin.
6) Akdeniz Bienalini hayata geçiren Çukurova Kültür Girişimi Vakfı’nın da, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneğinin de kurucularındansınız, bu iki önemli kültür sanat girişiminin kuruluşunda aktif rol almanızda sizi motive eden neydi?
1987 tarihinde Amerika’dan Türkiye’ye dönerken de Türk sanatında yerleşik kökler salmak ve sağlam bir temel oluşturmak için atılması gereken adımları hesaplayarak döndüm. En azından bu da sebeplerimden biriydi. Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin kuruluşunda tabii ki rol aldım, sorumluluk aldım, emek verdim. Zaten daha sonra bu derneğin Kurucu Yönetim Kurulu’nda yer almak dışında iki yıl Başkan Yardımcılığı, 18 yıl da Başkanlığını yaptım. Aynı şekilde zaten aile köklerim güneyden geliyor, dolayısıyla Ekrem Kahraman’ın kuruluşuna öncülük ettiği Çukurova Kültür Girişimi Vakfı’na tabii ki destek verdim. Bunlar hem genel anlamda Türk sanatına, hem kökümüz olan topraklara borcumuz. Sanatın Türkiye’ye ve halka yayılmasına her zaman destek vermek istedim. Bu yüzden her röportajı, her konferansı ciddiye alırım, aynen burada okuduğunuz röportaj gibi. Ben bu konularda sorumlu kalmak isterim ve halkla iletişimden, sanatı halka getirmekten keyif ve onur duyarım.
7) Bu kültür sanat girişimlerinde bir siyasetçi olmanızın pozitif/negatif yönlerini paylaşır mısınız?
Negatif yönlerinden başlayalım. Bakın, mesela 18 yıl süren UPSD Başkanlığım boyunca, herhalde siyasi kimliğimin Atatürkçülük olması ve bilinen CHP’li kimliğim nedeniyle Kültür Bakanı ile yalnız bir görüşme yapabildim. Onda da ben 40 dakika konuştum. Kendisi yalnız arkamdaki duvara ve sağa sola baktı. Sonra da randevum var deyip çıktı, gitti. Çünkü herhalde benimle konuşmanın kendisine zararı olabileceğini düşünüyordu. Ne bileyim, başka bir anlam çıkaramıyorum. Bir başka negatif yönü, Türkiye’de insanlar özgürce, demokratik bir ülkede yaşasın diye, zamanımın neredeyse yarısını bu işe vererek siyasetle ilgileniyorum. Buna karşın insanlar inanılmaz bir şekilde, benim sanatı bıraktığımı, bu yüzden siyaset yaptığımı söyleyerek, arkamdan konuşarak dedikodumu yapıyorlar. Gülerler misin, ağlar mısın? Sonuçta Atatürkçülüğü korumak için zamanımın yarısını siyasi işlere vermeyi ben negatif bir puan saymıyorum tabii ki, ama bunun arkamdan bana karşı kullanılması veya piyasada insanların bunu kullanarak beni arkadan yıpratmasını affedemiyorum.
8) Bir söyleşinizde, Türkiye’deki kültür ve sanat ortamlarına yönelik, yerel yönetimlerin, ülke yönetiminin, bu alanda gelişmiş ülkelere göre bir planı, stratejisi olmadığı için gelişimine, sanatsever bir ortam yaratılmasında çok yetersiz kaldığını belirtmiştiniz. Ülkemizde bir yandan da çok ciddi sanat etkinlikleri de gerçekleşiyor, yeterli mi? hala aynı görüşte misiniz? Bu konuda kısa ve uzun vadede önerileriniz ne olur?
Tabii ki hala aynı şeyi düşünüyorum. Yerel yönetimler kendi çağdaş sanat müzelerini açtı mı? Birçok müze alanı açan İstanbul Büyükşehir Belediyesi var. Ama onun da hala bir koleksiyon müzesi yok. Böyle bir bütçesi tabii ki oluşamıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Atatürk öldükten sonra sıfırdan açtığı büyük ve kayda değer herhangi bir modern ve çağdaş sanat müzesi var mı? Yok. Dünyanın büyük müzeleri ile büyük kültür bakanlıklarıyla ilişki ve işbirliği içinde olan bir kültür bakanlığımız var mı, hatta her şeyi bırakın bir “Kültür” Bakanlığımız var mı? Şu andaki adı Kültür ve Turizm Bakanlığı, ancak ben “kültür”e ilişkin bir şey göremiyorum. Siz herhalde ülkemizde sanat fuarları açılmasından ve bienal yapılmasından söz ediyorsunuz! Bunun benim tarif ettiklerimle hiçbir alakası yok. Genç sanatçılara stüdyo açan, onlardan resim alan, onlara destek veren yapılar var mı? Para kazanılan, dört gün süren fuarlar düzenlendi diye mi Türkiye değişti? Ya da artık zenginlerimiz paralarını yurtiçindeki sanatçılardan eserler almaya harcamayıp gidip dünyanın her yerinden milyonlarca dolarlık eserler alıp birbirlerine hava atıyorlar diye mi durumumuz değişti? Dramatik seviyede yetersiz durumdayız. O kadar yetersiz durumdayız ki bakmaya kıyaslamaya yüreğim elvermiyor, içim kan ağlıyor.
9) Genç sanatçılara önerileriniz neler olabilir?
Yakın çevrelerinden başlayarak eser satmaya çalışsınlar. İster galeriler ister basın ister eleştirmenlerden aldıkları ret yanıtlarından hiçbir zaman morallerini bozmasınlar ve yollarına devam etsinler. Ellerinden geldiği oranda müzeleri ve büyük galerileri, sanat merkezlerini gezsinler. En başından arşiv tutsunlar. Bol kitap okusunlar, kütüphane oluştursunlar. Kendi rüyalarını ciddiye alsınlar. Günde 18 saat çalışsınlar. Ben 1978’den beri ortalama günde 16 saat çalışıyorum.
10) Kendi gelecek projeleriniz ve hayalleriniz nelerdir?
17 adet yarım kalmış kitabım var. Kimisinin yarısı, kimisinin üçte biri, kimisinin üçte ikisi, kimisinin yüzde yirmisini tamamladım. Yeryüzünde geçirdiğim sürede bir mucize olsun ve uzun yaşayarak bunların hepsini “doğurmaya” vaktim yetsin isterim. Yıllardır üzerinde çalıştığım ve gerçekleştirmeye odaklandığım retrospektif sergimin önce yurt içinde sonra yurt dışında açılmasını istiyorum. Yoğun arşivimi istediğim şekilde geliştirecek fırsatı bulmak istiyorum.
Bedri bey, yolun başında olan genç sanatçılara da, içinde bulundukları günümüzün tüm sanat ortamlarına ışık tutacağına inandığım bu dopdolu, sohbet için çok teşekkürler.
Bedri Baykam; İletişim
https://www.bedribaykam.com/
Bedri Baykam Kimdir?
1957, Ankara doğumlu sanatçı; İki yaşında resim yapmaya başlayan Baykam’ın eserleri, altı yaşından bugüne kadar Bern, Genevre, New York, Washington, Paris, Londra, Roma, Münih, Stockholm, San Francisco, Berlin, Sidney başta olmak üzere tüm dünyada sergilenmeye başladı.
1975-80 arasında Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde ekonomi, L’Actorat’da aktörlük tahsili yaptı. 1980-1983 yıllarında, California College of Arts and Crafts’de (güncel adıyla CCA) resim ve sinema eğitimi gördü. 80’li yıllarda başlayan Yeni Dışavurumculuk Akımı’nın öncülerinden olan Baykam, 1987 yılına kadar Amerika’da kaldı. Ardından İstanbul’a geri dönen Baykam, bugüne kadar yarısı uluslararası olmak üzere 151 kişisel sergi açtı, sayısız grup sergisine katıldı. Eserleri, Berlin Academie der Künste, Barcelona Picasso Museum, Roland-Garros Museum, Pinacothèque de Paris, Stedelijk Schiedam, Museum der Moderne Salzburg, National Academy of Arts of Ukraine, Osthaus Museum Hagen, Künstlerhaus Bethanien Berlin, Bahrain National Museum, Kunstverein für die Rheinlande und Westfalen gibi müze ve enstitülerde ve Kahire, Venedik, İstanbul ve Buenos Aires Bienalleri’nde sergilenen sanatçı, aynı zamanda Daniel Templon (Paris), Stephen Wirtz (San Francisco), Galeri Baraz (İstanbul), The Proposition (New York), Gallery Siyah Beyaz (Ankara), E.M. Donahue (New York), Galerie Kuchling (Berlin), Lavignes-Bastille (Paris), Galerie Pages (Genevre), Opera Gallery (Londra), Gloria Delson Contemporary Arts (Los Angeles) gibi galerilerde sergiler açtı.
Birçok kısa metrajlı film ve video çekti, aktörlük yaptı. Baykam 80’lerde ayrıca New York’un çehresini değiştiren grafiti sanatçılarından biri oldu. 80’lerden itibaren standart hale getirdiği büyük boy işleri, politika ve erotizmi çağdaş sanat ortamımıza taşıyan sanatçı, yıllardır üzerinde çalıştığı, dijital ve boyasal saydam katmanlar serilerinin uzantısı olarak, 2007 yılından bu yana tüm dünyada büyük ilgi gören “4D” yani dört boyutlu işlerini üretmeye başladı. Birçok serginin küratörlüğüne de imza attı.
UNESCO’ya bağlı Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin de kurucularından ve halen bu örgütün Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı olan Baykam, aynı zamanda 2015 yılında düzenlenen UNESCO resmi partneri International Association of Art (AIAP/IAA) 18. Dünya Sanat Birlikleri Genel Kurulu’nda Dünya Başkanı seçildi. 2011 yılında, Meksika’nın Guadalajara kentinde yapılan 17. Dünya Sanat Birlikleri Genel Kurulu’nda, UPSD Başkanı olarak Baykam’ın yaptığı teklifin oybirliği ile kabul edilmesi üzerine, Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan, Dünya Sanat Günü ilan edildi. 2019 yılında ise Baykam’ın, IAA Dünya Başkanı sıfatı ile UNESCO’ya taşımış olduğu öneri yine oybirliğiyle kabul edildi ve Dünya Sanat Günü Uluslararası UNESCO Günleri’nin arasına girdi. Yedi buçuk yıl boyunca Dünya Başkanlığı görevini üstlenen Baykam, AIAP/IAA’in 2023 yılında, İstanbul’da düzenlenen 19. Olağanüstü Genel Kurulu’nda Başkanlığı Güney Koreli Kwang Soo Lee’ye devretti. Aynı genel kurulda International Association of Art Onursal Başkanı seçildi.
Hürriyet Gösteri, Tempo, Siyah-Beyaz, Akşam, Aydınlık, Genç Sanat ve OdaTv gibi birçok yayında yazarlık yapan ve eski CHP Parti Meclisi Üyesi olan Baykam, 32 kitabın ve iki uzun metrajlı senaryonun yazarı. Hakkında yayınlanmış 61 katalog ve 8 kitap bulunuyor. Baykam halen Cumhuriyet Gazetesi’nde yazıyor.
Taksim’de bulunan Piramid Sanat’ın (2006) kurucusu olan sanatçı, çalışmalarını İstanbul’da sürdürmektedir. Gazeteci-yazar Sibel Baykam ile evli olan Baykam’ın, Suphi Baykam adında bir oğlu vardır (1999).