EKREM KAHRAMAN, TÜRK SANATININ ÇAĞDAŞ ÖNCÜLERİNDEN BUGÜN İÇİN SOHBET
"Bir hazine ile karşılaşınca hissedilirse, Ekrem Kahraman'ı dinleyince aynı hisse kapılmak çok da garip değil..."
Tesadüflerin bazen insan hayatındaki yeri yadsınamıyor gerçekten.
Değerli sanatçı Ekrem Kahraman’ı ortak noktamız Tarsus (biraz da büyülü bir yer dersek yerinde olur sanki) nedeni ile tanıdım. Tarsus, benim çok bulunmadığım ama baba tarafından çok eskilere dayanan aile bağlarımız nedeni ile bana hep özel hisler uyandırmıştır. Tüm bölgeler, beldeler oradan çıkmış kişi için özeldir, güzeldir tabii…Ben de baba ocağına, köklerimizin bulunduğu yöreye güzelleme yapayım…şöyle diyeyim; bu Akdeniz öyle bir bölge ki, doğasının da, tarihinin de zenginliğinden midir bilemem, o kadar çok değerli sanatçıya beşik olmuş. Ne mutlu bölge insanına ne mutlu tüm Türkiye’ye. Ne mutlu hepimize , böylesi ilham verici bir ülkemiz var.
Çeşitli kaynaklarda da yer aldığı gibi; çağdaş Türk sanatını, geleneği birleştirerek eserlerinde profesyonelce yansıtmayı başaran özel bir ressam olan Ekrem Kahraman, sanat eserleri ve yaklaşımıyla postmodernizm akımıyla ilişkilendirilebilmekte. Bir kaynağa göre de; sanatseverler tarafından gerçeğin hayali ve renklerin dahisi olarak anılmış. Hem yurt içinde hem de yurt dışında birçok sergide yer almış, toplamda 16 ödül kazanmış Ekrem Kahraman’ın plastik sanatlar konusunda birçok teorik yazıya imza atmış olduğu da bir başka değerli bilgi.
Değerli sanatçı ile ilgili web üzerinde sayısız bilgi, röportaj, videoya ulaşılabilir. Bu sohbet yazısında sorulmadık neyi bulabiliriz bilemedim önce ama her sohbet yeni bir noktayı ortaya da çıkarır, Ekrem Kahramanla, evet, buraya özel bu sohbette buluştuk, sizlerle de paylaşmak isterim.
HAYALPEREST BİR ÇİFTÇİYİM BEN! RESİMLERİM TOPRAKLARIMDIR!
*Ekrem Bey, sizinle yollarımızın kesişmesine neden olan Çukurova Kültür Girişimi’nden bahsedebilir misiniz?
Bu benim için özellikle son üç yıldır gerçekten de çok önemli bir konu... O yüzden izninizle belki sizin formatınıza göre uzun gelebilecek bir cevap olabilir sizin için. İlham kaynağımız İngiltere'den ve 19. yüzyıldan, yani sizin de kabul edeceğinize inandığım Aydınlanma çağından yani...
1870'li yıllarda dönemin en etkili sanat eleştirmenlerinden, sanat eğitimcisi ve ressam John Ruskin İngiliz ulusunun bilimsel ve kültürel bilincini düşünce sanat ve kültür yoluyla yeniden aydınlatmak ve bunun temelinde yer alan yeni vatandaş / bireyi eğitip olgunlaştırarak geleceğe hazırlamak amacıyla kendisine yakın bir grup arkadaşıyla birlikte tarihsel bir girişim başlatır. Bu girişim bana kalırsa dönem aydınları ve sanatçıları için başlı başına toplumsal bir öne çıkma sorumluluğudur aslında...
Beni yakından tanıyanlar, okuyanlar bilecektir; ben 68 kuşağından gelen bir sanatçı ve entelektüel olarak sanatımın yanı sıra toplumsal siyasal kültürel sorumluluklarını da sürdüren az sayıdaki yeni sanatçı ve sanat entelektüeli tipi olmanın yanı başında bu sorumluluklarına düşkün bir kimliğe de sahip olduğumu da bilirler. Doğrusu ya sanatın, kültürün, felsefi düşüncenin, her türlü bilimsel bilginin kesinlikle toplumla da paylaşılmasından, bunun da bizzat biz aydınların ve sanatçıların, okumuş öncülerin sorumluluk alanı olduğuna inanıyorum. Bana kalırsa bu sorumluluk günümüz siyasi hayatındaki körlük yozlaşma ve çöküş sürecinde daha da önemli hale gelmektedir kanısındayım. Tarih boyunca her zaman olagelmiştir ki “adanmışlık” duygusudur her alandaki insani toplumsal devrimlerin gerçekleşmesinin temel dürtüsü ve başarısı... Çukurova Kültür Girişimi de zaten tam da bu adanmışlık duygusu üzerinden toplumsal kültürel bir gelecek ütopyasıdır aslında. O yüzden bu konuşmaya neden Ruskin ile başladığım herhalde anlaşılacaktır diye düşünüyorum.
Aydınlanma Çağı sürecinde -bugün Türkiye'de bile- neredeyse 250 yıldır siyasal toplumsal ve kültürel olarak ısrarla gıpta edilen, peşine düşülen ve adına “Batı Uygarlığı” denilen büyük insanlık birikiminin temelinde duran Ortaçağ'da sekteye uğrayan parlak Rönesans dönemiyle açılıp gelişen 17. yüzyılda tekrar başlayan ve bana kalırsa günümüzde de halen devam eden başta bilim, sanat ve kültür olmak üzere birçok yaratıcı alanda toplumsal ve kültürel olarak önü önemli ölçüde tıkanıp dağılmış bu yüzden de Ruskin'in yaşadığı kargaşada yeni bir dönemin önü açılmaktadır.
Başta, kadim Rönesans kültürünün çıkış kaynağı İtalya olmak üzere Fransa, Almanya, İngiltere vb. Avrupa ülkelerinin vizyonu yüksek, ufku geniş seçkin entelektüelleri, sanatçıları, ressamları, edebiyatçıları, siyasetçiler ile bilim insanlarından bazıları bu tarihsel tıkanıklığa çare olmak üzere yeni modern çözümler arama niyetiyle harekete geçmişlerdi. John Ruskin de işte o modern öncülerin önde gelenlerinden biriydi. Ruskin İngiltere'de gerçekleşen Sanayi Devrimi'yle birlikte başlayan tipik Viktoryan dönemde yalnızca düşünmekle, konuşmakla, durumdan şikayet edip durmakla yetinmeyip hiç kimselerin başvurmaya cesaret edemediği oldukça yaratıcı bir yola başvurmaktan kaçınmayacaktır.
O dönem kültürel olarak sağa sola savrulup duran İngiltere'de gerek sanat ve kültüre gerek toplumsal duyarlıklara karşı inisiyatif alarak “elini taşın altına koymaya” ve tanıdık bildik bütün çevresini de tutkuyla ve ısrarla bu yenilenme ütopyasına katılmaya çağıracaktır.
Görüleceği üzere aslında bizler de bir bakıma tıpkı Ruskin gibi bir yola çıktık sayılır. Doğmuş olduğum Tarsus'tan gelen bir çağrıyla birlikte 2020 yılında tam da Covid 19 salgının başlangıç günlerinde yaklaşık 200 öncü insanla Tarsus'ta bir araya gelip bir basın toplantısıyla Kültür Girişimi'nin kuruluşunu ilan edip durumu sadece Tarsus'la sınırlı tutmayıp bütün Çukurova bölgesine ve Türkiye'ye yayıp çalışmaya başladık. Amacımız uzun vadede (10-15 yıl içerisinde) Tarsus'ta daha baştan adının ÇUKUROVA / ÇAĞDAŞ (ÇUKUROVA / CONTEMPORARY) olarak belirlemiş olduğumuz ve TARSUS - MERSİN - ADANA – HATAY / ANTAKYA – OSMANİYE – KAHRAMANMARAŞ – AFŞİN VD. ile oradan da kadim AKDENİZ BÖLGESİ'nde yer alan tarihsel komşu Yakın Doğu, Mezopotamya, Kuzey Afrika, Güney Avrupa ülkeleri vd. çağdaş sanat ve kültürlerinden örneklerin de içerisinde yer almasını düşündüğümüz bir ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ kurma ütopyasının ilk adımlarını atmaktı.
Öyle ya özellikle çağdaş sanatın ve kültürün yalnızca İstanbul ve Ankara gibi iki kente sıkışıp kaldığı bir durumda debelenip durmakta olan çıkışsız bir yolda ilerlemekteydik sanki? Oysa dünyamızın gelişmiş kültürleri ve toplumları yepyeni bir kültürel çağa girip yeni kurumlar, birikimler oluşturmaya başlamışlar; bir bakıma tarihlerini ve birikimlerini toplumlarına sunmaya başlamışlardı. Peki biz neredeydik ve ne yapacaktık? Çünkü bana kalırsa artık bu sözünü etmiş olduğum bu birikimli dönem bile aşılıyor ve her şeye rağmen yeni bir çağa giriliyor olduğumuzun altını çizmemiz gerekiyor öncelikle. Gerçekten de 1990'lı yıllardan itibaren bütün dünya yaşanan onca insanlık dışı katliamlar, darlaşmalar, siyasi kargaşa ve savaşlara rağmen yepyeni bir döneme giriyor ve bu yeni döneme özgü vizyoner kültür politikaları öncülüğüyle dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde ulusal müzelerin yanı sıra MODERN ve ÇAĞDAŞ SANAT müzeleri ile sanat ve kültür merkezlerinin sayılarında giderek büyük bir artış yaşanmaktadır ki insanlığın önündeki yeni sürecin kültürel olarak tam da bu noktada insanlığa büyük olanaklar koyduğunun görülmesi ve buna inanılması gerektiği kanısındayım.
Öte yandan artık eski işlevlerini tamamlayıp devre dışına düşmüş bir zamanların tarihi binaları, mekanları, fabrikaları, sanayi işletmeleri, kentler, alanlar yeni modern ve çağdaş sanat müzeleri haline dönüştürülmektedir. Dünyanın her yönlü olacak bir biçimde gelişme vizyonu yüksek her ülkesinde gerek ulusal kültür politikaları, gerek tarihsel, sosyal, toplumsal ve ekonomik, gerekse ulusal ve uluslararası turizmi canlandırma amaçlı olmak üzere hem devlet hem yerel yönetimler ve özel sektör kuruluşları tarafından her anlamda büyük bir özveri ve umutla desteklenmektedir.
İyi de bizim elimiz armut mu topluyor dememiz gerekmiyor mu tam da bu noktada?
Çukurova Kültür Girişimi olarak bizler de elimizi biraz daha taşın altına koymaktan çekinmeyerek 10 Mart 2021 tarihinde Tarsus'ta asgari 10 -15.000 metrekarelik kapalı alana sahip uluslararası bir çağdaş sanatlar müzesi kurulması amacıyla başkanlığını Berdan Cıvata Yönetim Kurulu Başkanı iş insanı sayın Hasan Şemsi'nin başkanlığında başlangıçta 114 kurucu isimle birlikte ÇUKUROVA ÇAĞDAŞ SANAT KÜLTÜR VE EĞİTİM VAKFI (ÇUKUROVA ÇAĞDAŞ)'ı kurduk. Vakıf Kurucular Kurulu, yeni katılımcılarla birlikte ilk seçimli genel kurulda 159, en son ara genel kurulda ise 174 “Mütevelli heyet” (kurucu üye) sayısına ulaşmış bulunmaktadır.
Çukurova Çağdaş bu bağlam üzerinden giderek 15 Ekim - 30 Kasım 2023 tarihleri arasında uluslararası katılımlarla Çukurova Bölgesi'de yer alan 5 ilde birden bu girişimi daha da ileriye taşıyarak uluslararası 1. Akdeniz Bienali / (Çağdaş Sanat)'ı düzenledi. Ayrıca da vakıf bünyesinde uluslararası bir müze koleksiyonu oluşturma kampanyasına girişti.
Bugünlerde ise önümüzdeki sonbaharda hem bir 1. Akdeniz / Bienali (Çağdaş Müzik), hem 15 Nisan – 31 Mayıs 2025 tarihleri arasında şef küratörlüğünü Venedik Bienali küratörlerinden sayın Vittorio Urbani'nin yapacağı 2. Akdeniz Bienali (Çağdaş Sanat) için yoğun olarak çalışmaktayız.
*Ulaştığım kaynaklara göre; almış olduğunuz sanat eğitimini bugünün sanat eğitim ortamları ile karşılaştırırsanız, hangi konulara dikkat çekerdiniz?
Kuşkusuz ki bana göre bu konu da aslında bir önceki sorunuz kadar önemsenmesi zorunlu, o yüzden de cevaplarının uzun tutulması gereken tarihsel bir soru. Fakat yine de kısa olmasına çalışacağım. Bana kalırsa Türkiye'de sanat eğitiminde (özellikle de çağdaş sanat eğitiminde) kafalar ve uygulamalar tıpkı Türkiye'deki siyasi alanlarda, sosyal, kültürel ekonomik vb. programlarda olduğu gibi fazlasıyla karışık, basmakalıp bakış açıları, kolaycı fakat eğitimle dahi çelişen uygulamalar halinde yürüyor ne yazık ki? Sözüm ona belki sanat eğitiminde Anadolu'ya doğru yayılarak genişletilmiş, kurumlaştırılmış bir eğitim var fakat bu alanlardaki başta eğitim kadroları olmak üzere o kadar çok eksiklik, çarpıklıklar söz konusu ki? Düşünebiliyor musunuz buralarda sanat eğitimi gören öğrenciler acaba bulundukları bölgelerde eğitimleri boyunca kaç çağdaş sanat eseri ya da sergisiyle karşılaşabiliyorlar ki eğitimlerinin temelinde olması gereken değerde bir sonuçla ilgili beklentilere cevap üretebilsinler bu süreçte? Öte yandan bu öğrenciler ya yaşları gereği ya düşünce ve felsefe tarihleri, içerikleri bağlamında ne kadar zengin bir eğitim ya da bilgilere sahipler ki o zeminlere dayalı bir çağdaş sanat üretebileceklerdir yeterince düşünüldü mi?
Örneğin bizim Çukurova Bölgesi'nde ve çevresinde sanırım en az 8-10 Güzel Sanatlar Eğitimi veren eğitim kurumu olmasına rağmen ne yazık ki bölgede ne etkin bir çağdaş sanat alanı, ne koleksiyon, ne müze, ne sergi ve sergi kurma, izleme geleneği vb. dahi yeterince oluşmamış gibi görünüyor henüz. Doğrusu ya Çukurova Kültür Girişimi de zaten bu yokluklar / eksiklikler üzerinden bir gelecek kurmanın zorluklarıyla uğraşmak zorunda da kalıyor doğal olarak. Öyle ya henüz bu konularda her anlamda yeterli birikime sahip olmayan bir bölgede uluslararası ölçekte bir müze nasıl kurulacaktır ki? Tam tersinden düşünülecek olursa da böyle bir müze de zaten kurulmalı ki öğrenciler için yaşayan bir eğitim kaynağına sahip olunabilsin. Yani tam da “yumurta mı tavuktan yoksa tavuktan mı yumurta örneği gerçekten de. Sanırım sadece bizlerin değil Türkiye'nin önündeki temel meselelerden birisi de bu büyük tarihsel çıkmaz aslında...
Bana kalırsa artık sanat eğitiminden beklenen “resim heykel” yapmaktan öte bir şey olarak algılanmak ve aslında böyle bir eğitimin esas olarak form, renk, çizgi, tasarım, estetik, kültür vb. toplumsal yaşamsal kaygıları, gelecek tahayyüllerini geliştirmeye yönelik olarak düzenlenmesi ve elbette buna göre yeni, çağdaş, düşünsel ve kavramsal bir sanat eğitimi yoluna ağırlık verilmelidir. Burada oluşacak sanat eğitimi mantığı sanki biraz da bir zamanların (MÖ. Antik çağda) Akdeniz bölgesinde, Kilikya (Çukurova) bölgesinin merkezi konumunda bulunan Tarsus'ta, İskenderiye'de ve bölgede kurulu o ilk üniversite nüveleri ve felsefe okulları gibi canlı, yaşayan düşünce ve kültür eğitimi anlayışlarına ihtiyacımız var. Hatta daha da ileriye gidilerek esas olarak Aydınlanma Devrimi'ne dayanan Köy Enstitüleri örneği tekrar hatırlanmalı oradaki uygulamalı mantık sanat eğitiminin de temelinde olmalı kanısındayım doğrusu.
Sorduğunuz soru bağlamında benim almış olduğum eğitimle günümüz sanat eğitimi arasındaki farka gelecek olursak, kuşkusuz ki benim dönemimde her şey daha yalın ve anlaşılır bir duruma işaret etmekteydi ama elbette onun da eksikleri çoktu. Fakat yine de daha bir “adanmışlık” ve akademik netlik söz konusuydu diyebilirim. Kuşkusuz ki artık farklı bir çağdayız ve ihtiyacımız olan şey de daha da artmış ve buradaki karmaşık yapı ve mantık durumu daha da içinde bocalanan bir çıkmaza dönüştürülmüş görünmektedir. Şimdiki sanat eğitimi ise elbette daha gelişmiş olarak öne çıkıyor gibi görünmekte fakat durum değişmiş gelişmiş gibi görünse de aslında yine de fazlasıyla karmaşık ve ümitsiz görünmektedir bana kalırsa...
*Kendinizi postmodernist bir ressam olarak adlandırır mısınız? Hangi sanatsal akımlardan etkilendiniz? Hangi temalarda yoğunlaşırsınız?
Öyle değerlendirenler oldu evet. Fakat ben bir sanatçı olarak bu tür aşırı zorlama olarak gördüğüm bu kalıp tanımlamaları hiç benimsemedim doğrusu... Çünkü dikkat ederseniz “postmodernizm” kavramının kendisi bile 90'lı yıllarda olduğu gibi güdümlü ve hastalıklı bir biçimde günümüzde hemen hemen hiçbir alanda artık pek kullanılmıyor. Bir zamanlar bu kavram kullanılmadan neredeyse yazı bile yazılamıyor gibiydi? Şimdiyse hiçbir yazıda böyle bir kavram neredeyse görülmüyor bile artık.
O nedenle ben kendime illa da bir tanımlama yapmam gerekirse “çağdaş sanatçı” demeyi daha uygun buluyorum doğrusu. Çünkü bu çağda yaşıyorum, bu çağda sanat yapıyorum, bu çağın bilgi ve birikimleriyle, bu çağın duyarlıkları ve kaygılarıyla ilgileniyor ve bu alandaki entelektüel kuramsal ilgi ve iddialarla düşünüp çalışıyorum en azından...
Yine bilindiği üzere “postmodernist” kavramı esas olarak modern sonrasını ifade edilirken aynı zamanda modernin tıkandığını hatta sona erdiğini önem sürmekteydi. Bana göre modern halen devam etmektedir. Çünkü aydınlanma devriminin kucağında geliştirdiği modernin ve bu konudaki doğal iç evrimleşmenin dalgalı bir biçimde yinelenerek fakat içerikleri ya da davranışları zenginleşip çoğalarak ilerlemeyi sürdüreceği kanısındayım. O yüzden de “sonrası” kavramı bir öncekinin “sonrası” olabilir ama onu tümüyle reddederek değil esas olarak aşarak. Tıpkı buzdolabı, çamaşır makinaları, fırınları vb. ev eşyaları gibi bir bakıma. Model, işleyiş, amaç ve işlev değiştikçe bu makinelerin de yenilene yenilene geldiği gibi...
Öte yandan zaten modernizm tasarlanmamıştı; o bir bakıma bir bakış ve düşünce devrimi olarak düşünce, bilim ve sanat insanları için hem “icat” edilmiş hem de uygulamaya sokulmuştu. Oysa postmodernizm kavramı ideolojik olarak siyasi referanslarla kurgulanıp devreye sokulmuştu. Biraz önce de sözünü etmiş olduğum gibi bunu kurgulayan siyasi merkezlerin zayıflamasıyla da zaten artık kullanılmaz hale gelmiş durumda. Fakat ilk modernizm aynı çıkış referansları ve o aydınlanma döneminin gerek temel argümanları, gerek malzemeleri ve dilleri keşfetmesi günümüzde çok daha genişleyerek devam etmektedir ki günümüzün çağdaş sanatı da esas olarak bu zemin üzerinden gelişmektedir. Doğrusu ya benim sanatım da bu keşif koordinatları üzerinden ilerlemektedir.
Bu bağlamlar üzerinden konuşacak olursak, Ekrem Kahraman bir sanatçı olarak aslında sanat ve felsefe tarihinde yer etmiş, örnek oluşturmuş her birikimden etkilenen bir sanatçı.
Hatta yalnızca sanat ve felsefeden değil diğer sanat dallarında gerçekleşmiş birçok yenilik özgünlük birikiminden benim de yararlandığım alanlar arasında. Edebiyat (şiir ve imge), sinema (kurgu), müzik (ritm), mimarlık (geometri, inşa) vb. benim resimlerimde ve şiirlerimde bol bol görülebilir. Fakat ben de farkındayım elbette. Bazı yazarların ve izleyicilerin yorumlarında da görüleceği üzere benim resimlerim çoğu zaman sürrealist (üst gerçekçi) olarak tanımlanıyor ki buna “yeni sürrealizm” diyenler bile oluyor. Fakat birazcık dikkat edildiğinde dünyaya ya da etrafıma bakarken kesinlikle üst gerçekçiler (sürrealistler) gibi bakmadığım, dolayısıyla onun ögelerini ve yöntemlerini neredeyse onlar gibi bir mantıkla algılamadığım ve kullanmadığım kolaylıkla görülecektir zaten. Daha da ileri giderek şunu da söylemeliyim ki bazı günümüz kavramsal ya da enstalasyon sanatçıların bile, günlük hayatta birbiriyle ilişkisiz bazı nesneleri ya yan yana getirerek ya da bulundukları yerlerden kaldırarak aslında olmaması gereken yerlere taşıyarak yeni anlam ya da anlamsızlık örgülerine yönelmeleri bana kalırsa benden çok daha fazlasıyla sürrealistlere doğru bir tutuma girdikleri görülecektir. Marcel Duchamp'ın ünlü “pisuvar”ı mesela...
Sanırım “hangi temalara yoğunlaştığım” sorunuz da bu bağlamda üst gerçekçilerden tamamıyla ayrılan bir ilgi alanım olduğu görülebilecektir bu anlamda. Çünkü ben resimlerimde “gerçek dışı” olandan çok “olabilir” farklı bir yeryüzü, gökyüzü ve onlara ait formlar görülür. Resimlerimin isimleri de zaten doğrudan bu farklı ama muhtemel zihinsel kurgusal tercihleri ifade eder biraz da...
Örneğin son resimlerim ve sergi isimlerini aktarayım buraya: Yeryüzü Duaları, Karşılıksız Ütopya, Onlar Gerçekti Bunlar Hakikat, Epic Future, Hakikat Şarkıları vb.
Burada ek olarak sanırım 1986 yılında İstanbul'da Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde açmış olduğum sergi katalogunda yer alan bana ait bir yazıda geçen ve resimlerimin temel kaygısını dile döken bir aforizmamı da yazayım: Hayalperest Bir Çiftçiyim Ben Resimlerim Topraklarımdır! Bu tarihsel aforizma benim için bugün de geçerli ve yeterince açıklayıcı zaten...
*“Sanatçı da biraz anarşist olmalı, dikbaşlı olmalı” diyorsunuz bir söyleşinizde? Bu ifade ile dikkat çektiğiniz nedir?
Çok basit aslında. Fakat daha baştan ifade etmek zorundayım ki bu sözümün esas olarak insani bir kişilik halinden çok esas olarak sanatçıya ait yaratma dürtüsü, içeriği, biçimi, alanı ve malzemesiyle ilgili temel bir davranış temennisi olduğunun düşünülmesi daha doğru olacaktır. Kaldı ki bunları da zaten aslında esas olarak okulundan yeni çıkmış, sanat ortamına yeni yeni girmeye, hayatını bir sanatçı olarak sürdürmeye karar vermiş genç sanatçılar için söylemiştim bir zamanlar.
Fakat ne var ki bence bu söylediklerim sanat yapma bağlamında diğer usta sanatçılar için de geçerli elbette. Öyle ya “hocası” ya da sanat ortamının egemen figürleri karşısında “el pençe divan” kuran, alışılmış egemen kalıpları zorlamadan teslim olan ve bunu neredeyse özgün bir sanatçı davranışı gibi sürdüren ister genç ister usta sanatçı olsun hem gelenek olan üzerine kurulacak hem de orada durmayıp esas olarak oraları yıkıp yeni bir sanat içeriği ve formu / evreni kurup geliştirmek ve bunu sürdürmek için reddeden yıkan yeni bir inşa sürecine dalacaktır kesinlikle...
Bana kalırsa bu tür bir teslimiyet ya da boyun bükme haline dayalı bir yaratıcılık alanı aslında akademik alandan yani kesinlikle ustalık- çıraklık ilişkisi bir miras olarak içinde debelenip durmuş olduğumuz bir tavrın günümüzde sözde “çağdaş sanat” alanlarında da geçmişin kötü bir mirası olarak olduğu gibi devam etmekte olduğunu düşünüyorum. Düşünsenize, avangard (öncü) sanat, kavramsal sanat, enstalasyon, videoart vb. sözüm ona çağdaş sanat bunlarla mı yapılıp kurulacak?
*Bir önceki sorumun devamında; Ekrem Kahraman’ın genç bir sanatçıya mesajı ne olur?
Elbette her ustalık ya da yaratıcılık alanında elbette sanat öğrencisinin ve genç sanatçının da ister resmi, ister gayrı resmi olarak -etkilenmek anlamında- hocaları, ustaları olacaktır ve gerekli görüyorsa olmalıdırlar da zaten. Elbette o oluşmuş tarihsel birikimlere, o yaşayan tarihsel kaynaklara sahip olunan bir alanda hem bilinçli ve samimi saygıların uyandırılması, hissedilmesi, hem de belki de bir süre onların izlerinin sürülmesi gelişmeleri için iyi olabilecektir. Bu tarihsel kültürel bir evrimleşmenin gereğidir. Babalar analar hep olacaktır. Yoksa ne çocuk olacaktır ne de gelecek yoksa? Fakat ne var ki burada konuştuğumuz konu ya da sorun bu noktada değil esas olarak sonrasındadır.
O da şudur: hocanın ya da etkilenilen ustanın taklidi mi olacaksınız yoksa oradan daha ilerisine geçerek kendi yolunuzla birlikte aynı zamanda “yeni” ve daha çağınıza ait olanı mı bulacaksınız? Ne yapacaksınız?
Ben hep söyledim ve çok farklı platformlarda dergilerde de yazdım da zaten bunu: “etkilenmekden korkmayın, bir süre iz sürmekten, kafanızı taktığınız bir şeyin peşinden belki bir gün vazgeçeceğiniz, hatta belki de tam karşısında durabileceğiniz bir şeyin peşi sıra gitmekten de korkmayın! Hatta bana kalırsa karşı cinsiniz de dahil etkilenmeden çocuk bile yapmayın! Fakat asla etkilendiğiniz şeyin altında ezilip kendiniz olabilme fırsatını da kesinlikle heba etmeyiniz; geç kalmayınız! Çünkü tıpkı bir canlı olarak insan gibi sanatçı da yaratıcıdır ve bunu da kesinlikle bilinenlerden, yapılmışlardan yukarıya tırmanabildikçe başarabilecektir ki başkaca da bir yolu yoktur zaten!”
*Şiirlerinizle de tanınıyorsunuz şiir ve resim sanat ilişkisi dersek? Şiirlerinizin sanat eserlerine ya da tam tersi birbirine nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?
Bana kalırsa sanat yapma dürtüsü ve eylemi alabildiğine insani ve toplumsal bir dürtüdür. Bu bağlamda ele alındığında bütün sanat dalları alanların birbiriyle ilintili olduklarının unutulmaması gerekiyor. Bu alanlar arasındaki farklılıklar esas olarak bu dürtülerin ifade edilmesi sırasında kullanılacak olan malzeme ve dil farklarından kaynaklanmaktadır. Önümüzde her alan için ayrı ayrı bir sanat tarihleri silsilesi durmaktadır artık. Bir sanat kültür birikimi olmasının yanı sıra aynı zamanda büyük bir insani ve toplumsal birikimin de tarihidir aslında. Günümüz sanatçısı hangi alana ait olursa olsun ya da ne yapacaksa, nasıl yapacaksa, kim için yapacaksa bu bütünlüklü ortak yapı ve birikimden fazlasıyla yararlanmalı ve bu konuda cesur bir sorumlu olması gerektiği kanısındayım kendi adıma...
Bilindiği üzere şiir “imge”yle kurulur ama hayata ve insani tarihe aittir. Onları yeni yaşam formatlarına göre yeniden yeniden inşa etmeye, gelecek tedbirleri geliştirmeye yönelik bir ögedir bir bakıma sanki? Resim ve çağdaş sanat ise şiirin imgeyle kurmaya giriştikleri günlük malzemeler, yapma birikimleri ve kavramları yoluyla ama formla / biçimle / inşa ve düşünsel enstalasyonla gerçekleştirir. Bu bağlamdan bakıldığında elbette benim resimlerim ve şiirlerim de aslında Ekrem Kahraman'dan çıkan fakat farklı dürtü, gerekçe, malzeme, dil ve sonuçlar olarak belirirler esas olarak... Biraz önce de sözünü etmiş olduğum dizi sergi isimleri ile o resimlere tek tek vermiş olduğum isimler de zaten şiirlerimden kaynaklanmaktadır.
Belki burada şu bilgileri de vermem gerekiyor: 2016 yılında dünyanın ilk yazılı metni olarak öne çıkan Mezopotamyalı Uruk kralı Gılgamış'ın hem hikayesini anlatan hem de paralel olarak aynı isimli bir sergi de açtım. İsmi ise Gılgamış'ın Yaprakları... Benim 1983 yılı içerisinde Vakko Sanat Galerilerinde açmış olduğum sergilerin ismi olan “Sessiz Bir Aşkı Dillendirmek” da aslında yine benim ilk şiir kitabımın da ismidir...
Halen yedi yıldır üzerinde çalışıyor olduğum, 1300 küsur sayfalık ve üç ciltlik yeni şiir kitabım “Hatırlama Ve Söyleme Zamanları” da zaten aynı zamanda yine bir dizi resmimin ismi aslında...
*Sanat Felsefeniz dersek;
Ben sanatın insan varlığının yaşadığı çağdaki tezahürü, bir tür onun tarihsel ve kültürel olarak ifadesi olduğunu düşünen bir sanatçıyım. Doğal olarak sanatın -bütün belirtilerine ve açmış olduğu alan çeşitliğine rağmen- olmazsa olmaz bir insani, toplumsal, kültürel bir zorunluluk olarak ilerlediğini görüyorum. Fakat dikkat ederseniz günümüzde yer yer sanki “ekmek parası” kazanılacak bir iş alanı gibi görülmeye başladığını görmekteyiz. Hatta bazen bu alan tanımlanırken “kültür endüstrisi” kavramı dahi kullanılmaktadır. Çünkü artık neredeyse her şeyin (aşk dahil) bir piyasası oluşmuş durumdadır. Hayır hiç de romantik bir bakış açısına sahip değilim fakat insani ve toplumsal olarak kültürel bir romantik olduğumun altını çizmekten de asla kaçınmam doğrusu.
Gılgamış'ın Yaprakları sergisi ve kitabı sürecinde Unesco AIAP Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği UPSD tarafından Yılın Sanatçısı seçildim ve o bağlamda İstanbul Modern'de düzenlenen bir panelde de konuşmuştum. Orada dedim ki: “Şu an sanat piyasa gölünde kaybolmuş durumdadır. Eğer siz sanatı kültürün en değerli parçası olmaktan çıkarıp bir piyası malı / nesnesi haline getirirseniz bir gün piyasayı da kaybedebilirsiniz sakın unutmayın!”
Böylece benim sanat felsefemi sizlere de anlatmış oluyor muyum bilemedim doğrusu?
*Sanatın toplum üzerindeki etkisini nasıl değerlendirirsiniz?
Sanırım bu konuda önceki sorularınıza vermiş olduğum cevaplarda da çok şey ifade etiğimi düşünüyorum. Sanat kesinlikle toplumsal kültüre, insani işbirliğine ve ortak yaşam birikimine sahip yaşayan, gelişen, geliştiren, insani ve toplumsal olgunluk sağlayan bir alan kesinlikle. Sanat Tarihi dediğimiz alan da zaten bunun erken ya da geç tezahürleri olarak önümüzde duruyor. İlkel toplumlara ve onların ürettiklerine, Rönesans'a ve o dönemde yapılan eserlere, modern dönemin kaygıları, endişeleri ve bunların ürünü sanat yapıtlarına bakalım. Velázquez'in 1656 yılında yapmış olduğu Las Meninas resmi ile Picasso'nun 300 yıl sonra 1957 yılında bu resimden yola çıkarak yapmış olduğu aynı isimli yeni yorumuna ya da onun ünlü Guernica'sına ve arkasındaki büyük insani duyarlığa tepkiye bakarsak sorduğunuz sorunun karşılığını bütün çıplaklığıyla görebiliriz gerçekten de...
*Türkiye gibi çok zengin bir kültürel mirası olduğunu dikkate alırsak, kültür sanat politikasında (bu konu çok geniş kapsamlı biliyorum ama) 3 önemli gözleminiz dersem?
Ben de kısaca cevap vereyim öyleyse:
Birincisi; hem ulus olarak hem de bu çağda yaşayan dünyalı bir toplum olarak tarihsel kültürel bir körlük kayıtsızlık ve geleceksizlik hali...
İkincisi; ülkeyi yöneten ve yönetmeye talip olarak öne çıkmış hiçbir parti ve grubun bilim sanat ve kültürü toplumla birleştirmeye buluşturmaya yönelik olarak diğer siyasi, sosyal, toplumsal, bireysel ekonomik, askeri vb. alanların vazgeçilmez bir parçası olduğunu samimi ve içi dolu bir biçimde bir türlü görememeleri ve bu yönde kapsayıcı bir vizyona sahip olamamaları...
Üçüncüsü biraz önce de sözünü etmiş olduğum gibi sanat yapanların, destekleyenlerin, piyasa denilen şeyin sanat ve kültürü henüz yalnızca bir piyasa nesnesi olarak kabul görmeye devam etmeleri ne yazık ki?
Dördüncüsü de benden olsun: Türkiye yalnızca İstanbul ve Ankara'dan ibaret değil, koskoca bir Anadolu sanat ve kültürden çok uzak henüz ve partilerin de toplulukların da bu konunda yeterli inançları ve çabaları yok görüleceği üzere...
Tam da bu noktada baştaki soruya yeniden dönecek olursak eğer Çukurova Kültür Girişimi'ni ortaya çıkaran temel kaygı da, ütopikmiş görünen kapsamlı ve sabırlı çaba da zaten tümüyle o yüzden...
Ekrem bey bu bu değerli sohbet için tekrar teşekkür ediyorum çalışmalarınızda başarılar diliyorum
.....................................................................................................................................................
EKREM KAHRAMAN'DAN BU YAZIYA ÖZEL SEÇTİĞİ ESERLERİ:
1. Çocukluğum O En büyük Çukurova, 100x200 cm, Yağlıboya Tuval,1983, Durmuş Yaşar Müzesi, İzmir
2. Herşey Aramızda, 140X210 cm, Tuval üzerine Yağlıboya, 2001
3. K-84
4. Düşünme molası, 205x225 cm, Tuval üzerine Yağlıboya, 2011
EKREM KAHRAMAN KİMDİR?:
Tarsus’da (17 Ocak 1948) doğdu. Tarsus Lisesi (1968) ve İstanbul Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünden (1971) mezun oldu. Ortaöğretim kurumlarında (Adana Kozan, Bandırma ve İstanbul) bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra öğretmenlikten ayrılarak (1989) hayatını tamamıyla sanatçı olarak sürdürmeye karar verdi. Yurtiçi ve yurtdışında 100’ün üzerinde kişisel sergi açtı; çok sayıda karma ve grup sergilerine katıldı. Ulusal ve uluslararası fuarlarda yer aldı. 16 resim ödülü kazandı. UPSD (Unesco AIAP'a bağlı Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği) tarafından“Yılın Onur Sanatçısı” seçildi (2016). 2. Artshow Sanat Fuarı’nda çağdaş sanata katkıları nedeniyle Mehmet Güleryüz ve Ergin İnan ile birlikte yılın sanatçısı ödülünü aldı (2019). Sanatı hakkında çok sayıda broşür, katalog ve kitap yayımlandı; dört belgesel film çekildi. Ulusal ve uluslararası özel ve kamu koleksiyonlarında resimleri bulunuyor. Plastik sanatlar alanında teorik yazılar yazdı. Yazıları Sanat Çevresi, Türkiye’de Sanat, Genç Sanat, Çekirdek Sanat, CEY Sanat, rh+ Sanat, Artist sanat dergileri ve Bosphorus SANAT gazetesinde yayımlandı. 2007-2008 yılları arasında Sanatçının Atölyesi dergisini yayınladı. 2011 yılından itibaren Aydınlık Gazetesi'nde çağdaş sanat, sanatın ideolojisi ve ideolojinin sanatı, Çağdaş Sanat Müzeleri vb. üzerine eleştirel köşe yazıları yazdı.
Hakkında Yayınlanmış Seçme Katalog ve Kitaplar:
Sonsuz ve Çıplak, İbrahim Çiftçioğlu, Prof. Dr. Neriman Samurçay, İbrahim Oluklu, Mehmet Ergüven, Kaya Özsezgin, Önder Şenyapılı, (Sanat Yapım Yayıncılık) 1989. Ekrem Kahraman, Mehmet Ergüven, (Yapı Kredi Kültür Merkezi) 1993, Gerçek ve Düşlem Çaprazında Bir Doğa Şiirinin Anatomisi, Prof. Dr. Kaya Özsezgin, (Bilim Sanat Galerisi) 1994. Boşluk Üzerine Yanılsamalar, Levent Çalıkoğlu, (Asmalımescit Sanat Galerisi) 1998. The Farmer of Dreams, Molly Mc Anailly, (Asmalımescit Art Gallery) 1999. KAHRAMAN, 2 Cilt, Prof. Dr. Kaya Özsezgin, Tuncay Takmaz, Özdemir İnce, Marilyn Hanson, Bedrettin Dal,Mehmet Ergüven, Levent Çalıkoğlu, Zafer E. Bilgin, Mehmet Hameş, Refik Durbaş, Seyyit Nezir, Ergin Koparan, Sitou Gnussounou, Gürhan Uçkan, Turgay Fişekçi, Cezmi Ersöz, Celal Başlangıç, Hüseyin Ferhad, Eray Canberk, Özgür Uçkan,
(Bilim Sanat Galerisi Yayınları) 2002. Aradığın Yerlerde Değilim Artık! / Yaşamı, Sanatı, Kişiliği ile Ekrem Kahraman, (Bilim Sanat Galerisi Yayınları) 2002. Ekrem Kahraman Resminde İmgenin Arınmışlığı Üzerine, Ümit Gezgin, (Nurol Sanat Galerisi) 2006. Dünya Nereye Gidiyor? (Tuncay Takmaz ile birlikte) söyleşi: İbrahim Çiftçioğlu / Kevser Özder ( İlayda Sanat Galerisi) 2006. Bulunduğumuz Yer, Melis Boyacı, (Kare Sanat Galerisi) 2009, KAHRAMAN, Fırat Arapoğlu, Melis Boyacı, Belgin Balanoğlu Alagöz, Ümit Gezgin, (Arete Sanat Galerisi) 2010. Karşılıksız Ütopya, Ali Şimşek, (Bandırma Belediyesi) 2015. Yeryüzü Duaları, Barış Acar, (Milli Reasürans T.A.Ş) 2015. Yeryüzü Duaları, Halilhan Dostoğlu, (KAV Sanat Galerisi) 2016. Yeryüzü Duaları, Teri Altaras, Feriha Zeynep Ceylan, Özgenur Geris, Gizem Yegin, (İstanbul Kültür Üniversitesi) 2016
Yayımlanmış Kitapları:
Ateşin Peşinde / Yaşam Sanat İdeoloji (Bilim Sanat Galerisi Yayınları) 2002, Sesli Düşünmek (Kreatif / RenArt Sanat Galerisi) 2013, Gılgamışın Yaprakları, (Corpus Yayınları) 2016
Şiir Kitapları: Sessiz Bir Aşkı Dillendirmek (İlgi Yayınları) 1985, Rıhtım ve Ihlamur (Alaz Yayıncılık) 1987, Fısıltılar ve Çığlıklar, (Romans Sanat Yapım Yayınları) 1992, Seçme Şiirler (Çekirdek Sanat Yayınları) 2007, Aşkolsun Hayat, (Bilim Sanat Galerisi Yayınları, Toplu Şiirler) 2002, Üşümez mi Sandın Meşe Ağacı Soğukta (Artshop Yayınları) 2011.